Peygamberler Tarihi
2 sayfadaki 2 sayfası
2 sayfadaki 2 sayfası • 1, 2
Geri: Peygamberler Tarihi
Oğlu Yahyâ'yı şehid eden yahudi Herod, bir kütük içinde gizlenen Zekeriyyâ aleyhisselâmı da kütükle birlikte testere ile ikiye biçerek şehid etti
ZEKERİYYÂ ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden İsmi Zekeriyyâ bin Âzan bin Müslim bin Sadun olup, soyu Süleymân aleyhisselâma ulaşır Yahyâ aleyhisselâmın babasıdır Mûsâ aleyhisselâmın getirdiği dinin emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etti Marangozluk yapar elinin emeğiyle geçinirdi Kavmi tarafından şehit edildi Zekeriyyâ aleyhisselâm zamânında Şâm vilâyeti Batlamyüsilerin elindeydi Onlar Kudüs'te bulunan Beyt-ül-Makdis'e hürmet ederlerdi Beyt-ül-Makdis mâmur olup gece ve gündüz orada ibâdet edilirdi Mescidde Hârûn aleyhisselâm neslinden din büyükleri vardı O zamanlarda İsrâiloğulları arasında peygamber yoktu Bunlar bir peygamber göndermesi için gece gündüz Allahü teâlâya duâ ettiler Allahü teâlâ, Beyt-i Makdis'te Tevrât yazmayı ve kurban kesmeyi idâre eden Zekeriyyâ aleyhisselâmı peygamber olarak vazifelendirdi Zekeriyyâ aleyhisselâm insanlara nasihat ederek doğru yola çağırdı İsrâil oğullarından onun bildirdiklerine inananlar olduğu gibi, inanmayıp karşı çıkanlar daha çok oldu Zekeriyyâ aleyhisselâm, İmrân bin Mâsân isminde bir dostunun kızı olan Elisa ile evlendi Elise ile hazret-i Meryem kardeş olup babaları İmran idi İmrân önce Elisa'nın annesi ile sonra bunun başka erkekten olan kızı Hunne ile evlenmişti Hazret-i Meryem'in annesi olan Hunne; ''Cenâb-ı Hak bana bir oğul ihsân ederse Beyt-ül-Makdis'e hizmetçi yapacağım'' diye adakta bulundu Kızı oldu Adını Meryem koydu Hazret-i Meryem doğmadan önce babası İmrân vefât etti Hunne kızı Meryem'i teslimetmek üzere Beyt-ül-Makdis'e götürdü Orada bulunan âlimlere niyetini anlatıp nezrinin kabûlünü ricâ etti Meryem, Beyt-i Makdis'e kabul edildi Fakat Meryem'in kimin himâyesinde kalacağı husûsunda Beyt-i Makdis hizmetçileri olan âlimler arasında anlaşmazlık oldu Zekeriyyâ aleyhisselâm; ''Çocuğu himâyeme ben alacağım Akrâbalık yönünden çocuğua en yakın benim'' dedi Diğer âlimler de çocuğu himâyelerine almak istediler Çekilen kur'a neticesinde hazret-i Meryem'in Zekeriyyâ aleyhisselâmın himâyesinde kalması kararlaştırıldı Zekeriyyâ aleyhisselâm hazret-i Meryem'i evine götürdü Onu hanımı Elisa büyüttü Sonra da hazret-i Meryem için Beyt-i Makdis'te yüksek bir oda yaptırdı Hazret-i Meryem bu odada hem Allahü teâlâya ibâdet etti, hem de Zekeriyyâ aleyhisselâmdan Tevrât okudu Zekeriyyâ aleyhisselâm ona hergün yiyecek getirir, ibâdetten bir şey öğretirdi Bir kış günü odasına girdiğinde önünde dünyâ yiyeceklerine benzemeyen türlü türlü nimetler gördü Nereden geldiğini sorduğunda; ''Allahü teâlâ tarafından geliyor'' diye cevap verdi Bu yiyecekler Allahü teâlânın kudretinden hazret-i Meryem' e verdiği bir kerâmetti
Zekeriyyâ aleyhisselâm 99 veya 120 yaşına geldiği halde neslini devâm ettirecek bir evlâdı yoktu Hanımı da zaten çocuk doğurmuyordu ve 98 yaşındaydı Gerek Zekeriyyâ aleyhisselâmın, gerekse hanımının çocuk sâhibi olma yaşları geçmişti Fakat içine bir evlâd sevgisi düşüp kendisine sâlih bir evlâdihsân etmesi için Allahü teâlâya duâ etti Allahü teâlâ ona Yahyâ isminde bir oğlan çocuğu ihsân edeceğini Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla bildirdi Birgün Zekerriyyâ aleyhisselâm odasında namaz kılarken beyaz elbiseler içerisinde Cebrâil aleyhisselâm gelerek Allahü teâlânın kendisine Yahyâ isminde bir oğul ihsân edeceğini müjdeledi Ayrıca onun hazret-i İsâyı tâsdik edeceğini, zamânın büyüklerinden ve bütün kötülüklerden uzak, nübüvvetle (peygamberlikle) muttasıf, sâlihler zümresinde bir zât olacağını haber verdi Zekeriyyâ aleyhisselâm bu müjdeye sevinip arzusunun çabukluğunu arz ederek: ''Yâ Rabbi! Bana vâd ettiğin çocuğun meydana geleceğini delil ve alâmet olmak üzere, bu gönlüme yerleşmesi ve kalbimin bana vâdettiğin şeyde mutmain olması için bir nişan ver O alâmetle bu nimeti şükürle karşılayayım'' diye münâcaatta bulundu Allahü teâlâ Zekeriyyâ aleyhisselâmın duâsını kabul ederek; ''Senin için alâmet, birbiri ardınca üç gece (ve gündüz) insanlarla konuşmamandır'' Bir hastalık ve sebep olmaksızın, sen sıhhatlı olduğun halde üç gece (ve gündüz) dilini konuşmadan alıkoymandır'' buyurdu Yahyâ aleyhisselâm ana rahmine düşünce Zekeriyyâ aleyhisselâm konuşamaz oldu Meramını ancak işâretle anlatabiliyordu O, bu üç gün içinde devamlı ibâdet ve zikirle meşgul oldu Cenâb-ı Hakka karşı hamd ve şükür vazifesini yerine getirdi Müddet tamam olunca Zekeriyyâ aleyhisselâmın oğlu yahyâ aleyhisselâm dünyâya geldi Yahyâ aleyhisselâmın doğumu ile, Zekeriyyâ aleyhisselâm ve âilesi sevince gark oldular Yahyâ aleyhisselâmdan altı ay sonra İsâ aleyhisselâm dünyâya geldi İsrâiloğulları İsâ aleyhisselâm beşikteyken Allahü teâlânın kudretiyle konuşmasına rağmen, onun babasız dünyâya gelmesiyle ilgili olarak Zekeriyyâ aleyhisselâma iftirâ ettiler Zekeriyyâ aleyhisselâmı şehit etmek üzere aramaya başladılar Yahûdilerin iftirâlarını ve kendisini öldürmek istediklerini haber alan Zekeriyyâ aleyhisselâm ''Takat getirilemeyen şeyden uzaklaşmak, peygamberlerin sünnetidir'' kâidesinde Yahûdilerin, onu yakalamak için peşine düştüler Zekeriyyâ aleyhisselâm Beyt-ül-Makdis yakınlarında ağaçlı bir bahçeye girdi Bir ağacın yanından geçerken ağaç: ''Ey Allah'ın peygamberi! Bana gel'' diye seslendi Ağaç yarıldı ve Zekeriyyâ aleyhisselâm içine girdi Sonra kapandı ve onu gizledi İsrâiloğulları Zekeriyyâ aleyhisselâmın izini tâkip edip nereye gittiğini anlayamadılar O sırada mel'ûn İblis (şeytan) gelerek onlara; ''Bu ağacı bıçkı ile kesin, burada ise meydana çıkar Yoksa ne kayb edersiniz'' dedi Kâfirler o ağacı biçerek Zekeriyyâ aleyhisselâmı şehit ettiler Zekeriyyâ aleyhisselâmın türbesi Halep'tedir
Mûcizeleri:
1-Kalemleri, kendi kendine Tevrât'ı yazardı Zekeriyyâ aleyhisselâm Beyt-i Makdis'te maiyyetinde yetmiş kişi olduğu halde Tevrât yazarlardı Yahûdilerin biri gelip; ''Hak peygamber olsaydın, elinde Tevrât yazmaya muhtâç olmazdın; sen de elinle yazıyorsun, emrindekilerle rarnızda hiçbir fark görmüyorum'' diye konuştu Hazret-i Zekeriyyâ bu söze çok üzüldü ve meraklandı Cebrâil aleyhisselâm gelip: ''Ey Zekeriyyâ, buradan kalkınız! Kaleminize emr ediniz, kendi kendine yazsın!'' dedi Zekeriyyâ kalkıp, emr edince, kalam istenen şeyi yazmaya başladı O saatte kalem on iki sûre yazdı Bu mûcize ile birçok kimse imân etti 2-Zekeriyyâ aleyhisselâm hazret-i Meryem'i terbiyesi altına aldığı vakit, yazılması lâzım gelen kefâletnâmeyi, kalemsiz, hokkasız yazmışlardır 3-Kur'ân-ı kerimde bildirildiği gibi, Zekeriyyâaleyhisselâm ve Beyt-i Mukaddes hademe ve kayyimlerden yirmi dokuz kişi arasında hazret-i Meryem'in kefâleti hakkında meydana çıkan ihtilaf üzerine herkes kendi kalemini Ürdün suyuna atmışlarken, yanlız Zekeriyyâ aleyhisselâmın kalemi suyun üzerinde dikilmiş kalmıştır 4- Ağaçlar, Zekeriyyâ aleyhisselâmla konuşurlardı Yahûdilerden bir tâife kendisini şehit etmek üzere araştırırlarken, kendileri de onlardan kaçtığı vakit, bir ağaç; ''Ey Allahın peygamberi, gel bende gizlen seni ben muhâfaza ederim'' diye dile gelmişti 5-Zekeriyyâ aleyhisselâm su üzerinde yürür ve mübârek ayakları ıslanmazdı Kendisi için suda yürümekle, karada yürümek arasında fark yoktu 6-Zekeriyyâ aleyhisselâmdan mûcize istendiği vakitte, yakınlarındaki ağaçlara mübârek eliyle işâret etmiş, hemen ağaçlar, köklerinden kopup, önlerine gelip kalmışlardırKur'ân-ı kerimin Âl-i İmrân, Meryem, Enbiyâ ve En'am sûrelerinde Zekeriyyâ aleyhisselâmla ilgili haberler verilmektedir
ZEKERİYYÂ ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden İsmi Zekeriyyâ bin Âzan bin Müslim bin Sadun olup, soyu Süleymân aleyhisselâma ulaşır Yahyâ aleyhisselâmın babasıdır Mûsâ aleyhisselâmın getirdiği dinin emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etti Marangozluk yapar elinin emeğiyle geçinirdi Kavmi tarafından şehit edildi Zekeriyyâ aleyhisselâm zamânında Şâm vilâyeti Batlamyüsilerin elindeydi Onlar Kudüs'te bulunan Beyt-ül-Makdis'e hürmet ederlerdi Beyt-ül-Makdis mâmur olup gece ve gündüz orada ibâdet edilirdi Mescidde Hârûn aleyhisselâm neslinden din büyükleri vardı O zamanlarda İsrâiloğulları arasında peygamber yoktu Bunlar bir peygamber göndermesi için gece gündüz Allahü teâlâya duâ ettiler Allahü teâlâ, Beyt-i Makdis'te Tevrât yazmayı ve kurban kesmeyi idâre eden Zekeriyyâ aleyhisselâmı peygamber olarak vazifelendirdi Zekeriyyâ aleyhisselâm insanlara nasihat ederek doğru yola çağırdı İsrâil oğullarından onun bildirdiklerine inananlar olduğu gibi, inanmayıp karşı çıkanlar daha çok oldu Zekeriyyâ aleyhisselâm, İmrân bin Mâsân isminde bir dostunun kızı olan Elisa ile evlendi Elise ile hazret-i Meryem kardeş olup babaları İmran idi İmrân önce Elisa'nın annesi ile sonra bunun başka erkekten olan kızı Hunne ile evlenmişti Hazret-i Meryem'in annesi olan Hunne; ''Cenâb-ı Hak bana bir oğul ihsân ederse Beyt-ül-Makdis'e hizmetçi yapacağım'' diye adakta bulundu Kızı oldu Adını Meryem koydu Hazret-i Meryem doğmadan önce babası İmrân vefât etti Hunne kızı Meryem'i teslimetmek üzere Beyt-ül-Makdis'e götürdü Orada bulunan âlimlere niyetini anlatıp nezrinin kabûlünü ricâ etti Meryem, Beyt-i Makdis'e kabul edildi Fakat Meryem'in kimin himâyesinde kalacağı husûsunda Beyt-i Makdis hizmetçileri olan âlimler arasında anlaşmazlık oldu Zekeriyyâ aleyhisselâm; ''Çocuğu himâyeme ben alacağım Akrâbalık yönünden çocuğua en yakın benim'' dedi Diğer âlimler de çocuğu himâyelerine almak istediler Çekilen kur'a neticesinde hazret-i Meryem'in Zekeriyyâ aleyhisselâmın himâyesinde kalması kararlaştırıldı Zekeriyyâ aleyhisselâm hazret-i Meryem'i evine götürdü Onu hanımı Elisa büyüttü Sonra da hazret-i Meryem için Beyt-i Makdis'te yüksek bir oda yaptırdı Hazret-i Meryem bu odada hem Allahü teâlâya ibâdet etti, hem de Zekeriyyâ aleyhisselâmdan Tevrât okudu Zekeriyyâ aleyhisselâm ona hergün yiyecek getirir, ibâdetten bir şey öğretirdi Bir kış günü odasına girdiğinde önünde dünyâ yiyeceklerine benzemeyen türlü türlü nimetler gördü Nereden geldiğini sorduğunda; ''Allahü teâlâ tarafından geliyor'' diye cevap verdi Bu yiyecekler Allahü teâlânın kudretinden hazret-i Meryem' e verdiği bir kerâmetti
Zekeriyyâ aleyhisselâm 99 veya 120 yaşına geldiği halde neslini devâm ettirecek bir evlâdı yoktu Hanımı da zaten çocuk doğurmuyordu ve 98 yaşındaydı Gerek Zekeriyyâ aleyhisselâmın, gerekse hanımının çocuk sâhibi olma yaşları geçmişti Fakat içine bir evlâd sevgisi düşüp kendisine sâlih bir evlâdihsân etmesi için Allahü teâlâya duâ etti Allahü teâlâ ona Yahyâ isminde bir oğlan çocuğu ihsân edeceğini Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla bildirdi Birgün Zekerriyyâ aleyhisselâm odasında namaz kılarken beyaz elbiseler içerisinde Cebrâil aleyhisselâm gelerek Allahü teâlânın kendisine Yahyâ isminde bir oğul ihsân edeceğini müjdeledi Ayrıca onun hazret-i İsâyı tâsdik edeceğini, zamânın büyüklerinden ve bütün kötülüklerden uzak, nübüvvetle (peygamberlikle) muttasıf, sâlihler zümresinde bir zât olacağını haber verdi Zekeriyyâ aleyhisselâm bu müjdeye sevinip arzusunun çabukluğunu arz ederek: ''Yâ Rabbi! Bana vâd ettiğin çocuğun meydana geleceğini delil ve alâmet olmak üzere, bu gönlüme yerleşmesi ve kalbimin bana vâdettiğin şeyde mutmain olması için bir nişan ver O alâmetle bu nimeti şükürle karşılayayım'' diye münâcaatta bulundu Allahü teâlâ Zekeriyyâ aleyhisselâmın duâsını kabul ederek; ''Senin için alâmet, birbiri ardınca üç gece (ve gündüz) insanlarla konuşmamandır'' Bir hastalık ve sebep olmaksızın, sen sıhhatlı olduğun halde üç gece (ve gündüz) dilini konuşmadan alıkoymandır'' buyurdu Yahyâ aleyhisselâm ana rahmine düşünce Zekeriyyâ aleyhisselâm konuşamaz oldu Meramını ancak işâretle anlatabiliyordu O, bu üç gün içinde devamlı ibâdet ve zikirle meşgul oldu Cenâb-ı Hakka karşı hamd ve şükür vazifesini yerine getirdi Müddet tamam olunca Zekeriyyâ aleyhisselâmın oğlu yahyâ aleyhisselâm dünyâya geldi Yahyâ aleyhisselâmın doğumu ile, Zekeriyyâ aleyhisselâm ve âilesi sevince gark oldular Yahyâ aleyhisselâmdan altı ay sonra İsâ aleyhisselâm dünyâya geldi İsrâiloğulları İsâ aleyhisselâm beşikteyken Allahü teâlânın kudretiyle konuşmasına rağmen, onun babasız dünyâya gelmesiyle ilgili olarak Zekeriyyâ aleyhisselâma iftirâ ettiler Zekeriyyâ aleyhisselâmı şehit etmek üzere aramaya başladılar Yahûdilerin iftirâlarını ve kendisini öldürmek istediklerini haber alan Zekeriyyâ aleyhisselâm ''Takat getirilemeyen şeyden uzaklaşmak, peygamberlerin sünnetidir'' kâidesinde Yahûdilerin, onu yakalamak için peşine düştüler Zekeriyyâ aleyhisselâm Beyt-ül-Makdis yakınlarında ağaçlı bir bahçeye girdi Bir ağacın yanından geçerken ağaç: ''Ey Allah'ın peygamberi! Bana gel'' diye seslendi Ağaç yarıldı ve Zekeriyyâ aleyhisselâm içine girdi Sonra kapandı ve onu gizledi İsrâiloğulları Zekeriyyâ aleyhisselâmın izini tâkip edip nereye gittiğini anlayamadılar O sırada mel'ûn İblis (şeytan) gelerek onlara; ''Bu ağacı bıçkı ile kesin, burada ise meydana çıkar Yoksa ne kayb edersiniz'' dedi Kâfirler o ağacı biçerek Zekeriyyâ aleyhisselâmı şehit ettiler Zekeriyyâ aleyhisselâmın türbesi Halep'tedir
Mûcizeleri:
1-Kalemleri, kendi kendine Tevrât'ı yazardı Zekeriyyâ aleyhisselâm Beyt-i Makdis'te maiyyetinde yetmiş kişi olduğu halde Tevrât yazarlardı Yahûdilerin biri gelip; ''Hak peygamber olsaydın, elinde Tevrât yazmaya muhtâç olmazdın; sen de elinle yazıyorsun, emrindekilerle rarnızda hiçbir fark görmüyorum'' diye konuştu Hazret-i Zekeriyyâ bu söze çok üzüldü ve meraklandı Cebrâil aleyhisselâm gelip: ''Ey Zekeriyyâ, buradan kalkınız! Kaleminize emr ediniz, kendi kendine yazsın!'' dedi Zekeriyyâ kalkıp, emr edince, kalam istenen şeyi yazmaya başladı O saatte kalem on iki sûre yazdı Bu mûcize ile birçok kimse imân etti 2-Zekeriyyâ aleyhisselâm hazret-i Meryem'i terbiyesi altına aldığı vakit, yazılması lâzım gelen kefâletnâmeyi, kalemsiz, hokkasız yazmışlardır 3-Kur'ân-ı kerimde bildirildiği gibi, Zekeriyyâaleyhisselâm ve Beyt-i Mukaddes hademe ve kayyimlerden yirmi dokuz kişi arasında hazret-i Meryem'in kefâleti hakkında meydana çıkan ihtilaf üzerine herkes kendi kalemini Ürdün suyuna atmışlarken, yanlız Zekeriyyâ aleyhisselâmın kalemi suyun üzerinde dikilmiş kalmıştır 4- Ağaçlar, Zekeriyyâ aleyhisselâmla konuşurlardı Yahûdilerden bir tâife kendisini şehit etmek üzere araştırırlarken, kendileri de onlardan kaçtığı vakit, bir ağaç; ''Ey Allahın peygamberi, gel bende gizlen seni ben muhâfaza ederim'' diye dile gelmişti 5-Zekeriyyâ aleyhisselâm su üzerinde yürür ve mübârek ayakları ıslanmazdı Kendisi için suda yürümekle, karada yürümek arasında fark yoktu 6-Zekeriyyâ aleyhisselâmdan mûcize istendiği vakitte, yakınlarındaki ağaçlara mübârek eliyle işâret etmiş, hemen ağaçlar, köklerinden kopup, önlerine gelip kalmışlardırKur'ân-ı kerimin Âl-i İmrân, Meryem, Enbiyâ ve En'am sûrelerinde Zekeriyyâ aleyhisselâmla ilgili haberler verilmektedir
ts_1967- çavuş
- Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 34
Nerden : istanbul
Rep puanı : 0
Kayıt tarihi : 10/09/08
Geri: Peygamberler Tarihi
Zekeriyyâ aleyhisselâmın oğludur Yahudi Herod şehid etti
YAHYÂ ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden Zekeriyyâ aleyhisselâmın oğludur Annesinin ismi Elisa olup, İmran'ın kızıydı Hıristiyanlar Elizabeth diyorlar Dâvûd aleyhisselâmın neslinden olup, hazret-i Meryem'in teyzesinin oğludur Allahü teâlâ, onu babası Zekeriyya aleyhisselâmın duâsı üzerine ihsân etti Zekeriyyâ aleyhisselâm doksan dokuz veya yüz yirmi yaşına geldiği hâlde neslini devam ettirecek bir evladı yoktuHanımı da doksan sekiz yaşındaydı Gerek kendisinin,gerekse hanımının çocuk sâhibi olma yaşları geçmişti Fakat içine evlâd sevgisi düşüp kendisine sâlih bir evlâd ihsân etmesi için Allahü teâlâya duâ etti Allahü teâlâ Zekeriyyâ aleyhisselâmın duâsını kabul etti Zekeriyyâ aleyhisselâm odasında namaz kıldığı sırada Cebrâil aleyhisselâm ona şöyle nidâ etti: ''Yâ Zekeriyyâ muhakkak Allahü teâlâ sana kendinden gelen bir kelimeyi (İsâ aleyhisselâmı) tasdik edici ve kereminin seyyidi ve nefsine hâkim se sâlihlerden bir peygamber olmak üzere Yahyâ'yı müjdeliyor'' Bu husus Âl-i imrân sûresi 38-39 âyetlerinde bildirilmiştir Zekeriyyâ aleyhisselâmın ihtiyar olan hanımı hâmile kaldı ve belirli müddetten sonra Yahyâ aleyhisselam doğdu Rivâyete göre Yahyâ aleyhisselâmın doğumu ile İsâ aleyhisselâmın doğumu aynı seneye rastlamaktadır Doğumundan itibaren fevkâledelikler içinde olan Yahyâ aleyhisselâm babası Zekerriyyâ aleyhisselâmın nezâretinde yetişti Küçük yaşta Tevrât'ı okumaya ve hükümlerini anlamaya başladıZâten Allahü teâlâ tarafından ona küçük yaşından itibâren hikmet ihsân edildiği, Tevrât'ı okuyup hükümlerini anlama kâbiliyeti verildiği bildirilmiştir Tevrât'ı ve hükümlerini küçük yaşta öğrenmiş olan Yahyâ aleyhisselâm bâzen Beyt-ül Makdis'te (Mescid-i Aksâ) bâzen de tenhâ ve ıssız yerlerde Allahü teâlâya ibâdet ve tâatla meşgul olurdu Öğrendiklerini İsrâiloğullarına anlatır, onları Allahü teâlânın emirleriniyapmaya yasaklarından kaçınmaya dâvet ederdi Gâyet mütevâzi ve sâde bir hayat yaşar, kıldan elbise giyer, arpa ekmeği yerdi Dünyâya gönül vermezdi Gece gündüz Allahü teâlâya ibâdet eder, Allah korkusundan dolayı çok ağlardı Göz yaşları sebeviyle nûrlu yüzü yara olurdu Yahyâ aleyhisselâm rüşd (olgunluk) çağına ulaştığı zaman, kendisine Allahü teâlâ tarafından peygamberlik emri bildirildi İlk önce Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiği dinin esaslarına uyması ve Tevrât'ın hükümlerini insanlara tebliğ etmesi emredildi İsâ aleyhisselâma İncil nâzil olup, Tevrât'ın hükmü kaldırılınca İsrâiloğularını İncil'in emir ve yasaklarına uymaya çağırdı Daha sonra Şam'a giderek insanları hak dine dâvet etti Yahyâ aleyhisselâmın dâvetini kabul edenler olduğu gibi, türlü bahânelerle ona karşı çıkanlar da oldu Peygamberlerin mûcizelerini gördüklerü hâlde onlara inanmayıp, karşı çıkan ve birçok peygamberleri şehit eden İsrâiloğulları İsâ aleyhisselâma karşı çıkıp onu şehit etmek istediler Allahü teâlâ İsâ aleyhisselâmı göğe kaldırdıktan sonra Yahyâ aleyhisselâm İncil'in hükümlerini insanlara anlatmaya devâm etti Zâlim Yahûdi hükümdârı Herod'un torunu Birinci Herod, hazret-i Yahyâ'ya iyi muâmelede bulunurdu Kendi kardeşinin kızı veya hanımının önceki kocasından bir kızı vardı Yahûdi hükümdârı Birinci Herod bu kızla evlenmeyi ve nikâhlarını Yahyâ aleyhisselâmın yapmasını istedi Yahyâ aleyhisselâm böyle bir evliliğin hazret-i İsâ'nın tebliğ ettiği İncil kitabında yasaklandığını ve böyle bir nikâhın imkânsız olduğunu bildirdi Bu duruma içerleyen kızın annesi, Yahyâ aleyhisselâmın öldürülmesini istedi
Yahyâ aleyhisselâma karşı iyi niyet sâhibi olan birinci Herod da kadının ve kralla evlenmek isteyen kızının isrârı üzerine Yahyâ aleyhisselâmın yakalanıp getirilmesi veya öldürülüp, başının getirilmesini adamlarına emretti Herod'un adamları Yahyâ aleyhisselâmı yakalayıp, başını kesmek sûretiyle şehit ettiler Başka bir rivâyette de yakalayıp getirdiler Herod kendisi başını kesmek sûretiyle şehit etti Kesilmiş olmasına rağmen Yahyâ aleyhisselâmın başı mûcize olarak: ''Bu kızı almak sana helâl değildir'' diye defâlarca söyledi Allahü teâlâ Yahyâ aleyhisselâmın intikâmını almak için onların başına bâzı musibetler gönderdi Bâzı rivâyetlerde Herod ve evlenmek istediği kızı, Kârûn gibi yerin yuttuğu bildirilmektedir Yahyâ aleyhisselâm şehit edildiği zaman otuz dört yaşlarında bulunuyordu Yahyâ aleyhisselâmın mübârek bedeninin parçaları, başka başka şehirlerdedir Başı ise Şma'daki Ümeyye Câmiindeki türbededir Yahyâ aleyhisselâm sûret itibârıyla zamânındaki insanların en güzeli ve hüsn-ü Cemâl sâhibiydi İnsanlara karşı yumuşak huylu, tevâzu ve şefkât sâhibiydi Başındaki saçları seyrek ve sesi inceydi Ondan önce Yahyâ ismiyle isimlendirilen olmamış ve ismi Allahü teâlâ tarafından bildirilmişti Bu husus Meryem sûresi 7 âyetinde bildirilmiştir Yahyâ aleyhisselâm günahlardan temiz kılınmış olup, takvâ sâhibiydi Tevâzu sâhibi olup itâatkar ve halim selimdi Yahyâaleyhisselâm doğduğu, öldüğü ve dirildiği günlerde Allahü teâlâ tarafından selâmete erdirildi Bu hususiyetleri Meryem sûresi 13, 14 ve 15 âyetlerinde bildirilmiştir
Mûcizeleri
1-Taşın dile gelmesi: İsrâiloğulları, Yahûdi hükümdârı Birinci Herod'un emri üzerine Yahyâ aleyhisselâmı şehit etmek için arıyorlardı Bu haberi duyan Yahyâ aleyhisselâm onlardan uzaklaşıyordu Bu sırada bir kaya dile geldi: ''Ey Allahın peygamberi! Bana gel!'' Yahyâ aleyhisselâm kayaya yaklaştığı zaman içinin kovan gibi oyulmuş olduğunu gördü O taşın içine girdi Yahyâ aleyhisselâmı şehit etmek üzere arayan kâfirler o kayaya yaklaştıkları zaman, o kayadan kâfirlerin üzerine oklar atılmaya başlandı Bu durumu gören Yahûdiler geriye dönüp kaçtılar 2- Gündüz vakti yıldız göstermesi: Yahyâ aleyhisselâm peygamber olarak vazifelendirilip Şam'a geldikten sonra insanlar ona; ''Hakikaten peygambersen , bize gündüz gözü ile yıldızı göster'' dediler İnsanların bu isteği üzerine Yahyâ aleyhisselâm duâ edip gündüz güneşin çevresindeki yıldızlar görünmeye başladı Kur'ân-ı kerimde Âl-i imrân, Meryem ve Enbiyâ sûrelerinde Yahyâ aleyhisselâmdan bahsedilmektedir
YAHYÂ ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden Zekeriyyâ aleyhisselâmın oğludur Annesinin ismi Elisa olup, İmran'ın kızıydı Hıristiyanlar Elizabeth diyorlar Dâvûd aleyhisselâmın neslinden olup, hazret-i Meryem'in teyzesinin oğludur Allahü teâlâ, onu babası Zekeriyya aleyhisselâmın duâsı üzerine ihsân etti Zekeriyyâ aleyhisselâm doksan dokuz veya yüz yirmi yaşına geldiği hâlde neslini devam ettirecek bir evladı yoktuHanımı da doksan sekiz yaşındaydı Gerek kendisinin,gerekse hanımının çocuk sâhibi olma yaşları geçmişti Fakat içine evlâd sevgisi düşüp kendisine sâlih bir evlâd ihsân etmesi için Allahü teâlâya duâ etti Allahü teâlâ Zekeriyyâ aleyhisselâmın duâsını kabul etti Zekeriyyâ aleyhisselâm odasında namaz kıldığı sırada Cebrâil aleyhisselâm ona şöyle nidâ etti: ''Yâ Zekeriyyâ muhakkak Allahü teâlâ sana kendinden gelen bir kelimeyi (İsâ aleyhisselâmı) tasdik edici ve kereminin seyyidi ve nefsine hâkim se sâlihlerden bir peygamber olmak üzere Yahyâ'yı müjdeliyor'' Bu husus Âl-i imrân sûresi 38-39 âyetlerinde bildirilmiştir Zekeriyyâ aleyhisselâmın ihtiyar olan hanımı hâmile kaldı ve belirli müddetten sonra Yahyâ aleyhisselam doğdu Rivâyete göre Yahyâ aleyhisselâmın doğumu ile İsâ aleyhisselâmın doğumu aynı seneye rastlamaktadır Doğumundan itibaren fevkâledelikler içinde olan Yahyâ aleyhisselâm babası Zekerriyyâ aleyhisselâmın nezâretinde yetişti Küçük yaşta Tevrât'ı okumaya ve hükümlerini anlamaya başladıZâten Allahü teâlâ tarafından ona küçük yaşından itibâren hikmet ihsân edildiği, Tevrât'ı okuyup hükümlerini anlama kâbiliyeti verildiği bildirilmiştir Tevrât'ı ve hükümlerini küçük yaşta öğrenmiş olan Yahyâ aleyhisselâm bâzen Beyt-ül Makdis'te (Mescid-i Aksâ) bâzen de tenhâ ve ıssız yerlerde Allahü teâlâya ibâdet ve tâatla meşgul olurdu Öğrendiklerini İsrâiloğullarına anlatır, onları Allahü teâlânın emirleriniyapmaya yasaklarından kaçınmaya dâvet ederdi Gâyet mütevâzi ve sâde bir hayat yaşar, kıldan elbise giyer, arpa ekmeği yerdi Dünyâya gönül vermezdi Gece gündüz Allahü teâlâya ibâdet eder, Allah korkusundan dolayı çok ağlardı Göz yaşları sebeviyle nûrlu yüzü yara olurdu Yahyâ aleyhisselâm rüşd (olgunluk) çağına ulaştığı zaman, kendisine Allahü teâlâ tarafından peygamberlik emri bildirildi İlk önce Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiği dinin esaslarına uyması ve Tevrât'ın hükümlerini insanlara tebliğ etmesi emredildi İsâ aleyhisselâma İncil nâzil olup, Tevrât'ın hükmü kaldırılınca İsrâiloğularını İncil'in emir ve yasaklarına uymaya çağırdı Daha sonra Şam'a giderek insanları hak dine dâvet etti Yahyâ aleyhisselâmın dâvetini kabul edenler olduğu gibi, türlü bahânelerle ona karşı çıkanlar da oldu Peygamberlerin mûcizelerini gördüklerü hâlde onlara inanmayıp, karşı çıkan ve birçok peygamberleri şehit eden İsrâiloğulları İsâ aleyhisselâma karşı çıkıp onu şehit etmek istediler Allahü teâlâ İsâ aleyhisselâmı göğe kaldırdıktan sonra Yahyâ aleyhisselâm İncil'in hükümlerini insanlara anlatmaya devâm etti Zâlim Yahûdi hükümdârı Herod'un torunu Birinci Herod, hazret-i Yahyâ'ya iyi muâmelede bulunurdu Kendi kardeşinin kızı veya hanımının önceki kocasından bir kızı vardı Yahûdi hükümdârı Birinci Herod bu kızla evlenmeyi ve nikâhlarını Yahyâ aleyhisselâmın yapmasını istedi Yahyâ aleyhisselâm böyle bir evliliğin hazret-i İsâ'nın tebliğ ettiği İncil kitabında yasaklandığını ve böyle bir nikâhın imkânsız olduğunu bildirdi Bu duruma içerleyen kızın annesi, Yahyâ aleyhisselâmın öldürülmesini istedi
Yahyâ aleyhisselâma karşı iyi niyet sâhibi olan birinci Herod da kadının ve kralla evlenmek isteyen kızının isrârı üzerine Yahyâ aleyhisselâmın yakalanıp getirilmesi veya öldürülüp, başının getirilmesini adamlarına emretti Herod'un adamları Yahyâ aleyhisselâmı yakalayıp, başını kesmek sûretiyle şehit ettiler Başka bir rivâyette de yakalayıp getirdiler Herod kendisi başını kesmek sûretiyle şehit etti Kesilmiş olmasına rağmen Yahyâ aleyhisselâmın başı mûcize olarak: ''Bu kızı almak sana helâl değildir'' diye defâlarca söyledi Allahü teâlâ Yahyâ aleyhisselâmın intikâmını almak için onların başına bâzı musibetler gönderdi Bâzı rivâyetlerde Herod ve evlenmek istediği kızı, Kârûn gibi yerin yuttuğu bildirilmektedir Yahyâ aleyhisselâm şehit edildiği zaman otuz dört yaşlarında bulunuyordu Yahyâ aleyhisselâmın mübârek bedeninin parçaları, başka başka şehirlerdedir Başı ise Şma'daki Ümeyye Câmiindeki türbededir Yahyâ aleyhisselâm sûret itibârıyla zamânındaki insanların en güzeli ve hüsn-ü Cemâl sâhibiydi İnsanlara karşı yumuşak huylu, tevâzu ve şefkât sâhibiydi Başındaki saçları seyrek ve sesi inceydi Ondan önce Yahyâ ismiyle isimlendirilen olmamış ve ismi Allahü teâlâ tarafından bildirilmişti Bu husus Meryem sûresi 7 âyetinde bildirilmiştir Yahyâ aleyhisselâm günahlardan temiz kılınmış olup, takvâ sâhibiydi Tevâzu sâhibi olup itâatkar ve halim selimdi Yahyâaleyhisselâm doğduğu, öldüğü ve dirildiği günlerde Allahü teâlâ tarafından selâmete erdirildi Bu hususiyetleri Meryem sûresi 13, 14 ve 15 âyetlerinde bildirilmiştir
Mûcizeleri
1-Taşın dile gelmesi: İsrâiloğulları, Yahûdi hükümdârı Birinci Herod'un emri üzerine Yahyâ aleyhisselâmı şehit etmek için arıyorlardı Bu haberi duyan Yahyâ aleyhisselâm onlardan uzaklaşıyordu Bu sırada bir kaya dile geldi: ''Ey Allahın peygamberi! Bana gel!'' Yahyâ aleyhisselâm kayaya yaklaştığı zaman içinin kovan gibi oyulmuş olduğunu gördü O taşın içine girdi Yahyâ aleyhisselâmı şehit etmek üzere arayan kâfirler o kayaya yaklaştıkları zaman, o kayadan kâfirlerin üzerine oklar atılmaya başlandı Bu durumu gören Yahûdiler geriye dönüp kaçtılar 2- Gündüz vakti yıldız göstermesi: Yahyâ aleyhisselâm peygamber olarak vazifelendirilip Şam'a geldikten sonra insanlar ona; ''Hakikaten peygambersen , bize gündüz gözü ile yıldızı göster'' dediler İnsanların bu isteği üzerine Yahyâ aleyhisselâm duâ edip gündüz güneşin çevresindeki yıldızlar görünmeye başladı Kur'ân-ı kerimde Âl-i imrân, Meryem ve Enbiyâ sûrelerinde Yahyâ aleyhisselâmdan bahsedilmektedir
ts_1967- çavuş
- Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 34
Nerden : istanbul
Rep puanı : 0
Kayıt tarihi : 10/09/08
Geri: Peygamberler Tarihi
İsrâiloğullarına gönderildi
ŞEM'ÛN ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden olduğu rivâyet edilen mübârek zât Şemsûn diye de zikr edilir Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; ''Geçmiş zamanda Şem'ûn (Şemsûn aleyhisselâm) adlı bir peygamber vardı Allahü teâlânın rızâsı için bin ay devamlı cihâd edip, silahını omuzundan çıkarmadı'' buyurdu Eshâb-ı kirâm; ''Keşke bizim ömrümüzde uzun olsaydı da, biz de din uğrunda Allah için cihâd etseydik'' dediler Bunun üzerine Kadr sûresi nâzil olup; ''Size verilen Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır (Bu gecenin sevâbı, bin ay cihâd etmenin sevâbında çoktur) buyruldu
İsâ aleyhisselâmla Muhammed aleyhisselâm arasında yaşamış olan Şem'ûn aleyhisselâm, İncil ehlindendi İsâ aleyhisselâma indirilen, henüz bozulmamış İncil-i şerife göre amel ederdi Kavmiyse putlara tapardı Şem'ûn aleyhisselâm, Allahü teâlâyı inkâr eden ve putlara tapan sapık kavimle cihâd (savaş) edip, onları imâna çağırdı Çok güçlü ve cesûr bir zât olan Şem'ûn aleyhisselâmı düşmanları türlü hilelerle şehit etmek istediler Hangi bağla bağladılarsa, o bağı kırıp kurtuldu
Yaşadığı şehrin hükümdarı onu yakalatıp, köşkünün önünde asılmasını emretti Bunun üzerine Şem'ûn aleyhisselâm, Allahü teâlâ yalvarıp; Yâ Rabbi! Dünyâda yaşamayı, kâfirlerle senin yolunda cihâd etmek için isterim Eğer bu isteğim kalpten ve samimiyse beni kurtar'' diyerek duâ etti O anda bir melek gelip bağı çözdü Şem'ûn aleyhisselâm kurtulunca, kendisine eziyet eden hükümdarı, adamlarını ve kendi hanımını cezâlandırdı İnsanları hak yola dâvete devâm etti Ona inanmayanlarla tek başına cihâd (harp) etti Çok ganimet elde etti Cihâd ederken susadığı zaman Allahü teâlâ onun için taştan gâyet lezzetli bir su akıtırdı Bu su o içip kanıncaya kadar akardı Kendisine büyük bir güç ve kuvvet verilmişti
ŞEM'ÛN ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden olduğu rivâyet edilen mübârek zât Şemsûn diye de zikr edilir Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; ''Geçmiş zamanda Şem'ûn (Şemsûn aleyhisselâm) adlı bir peygamber vardı Allahü teâlânın rızâsı için bin ay devamlı cihâd edip, silahını omuzundan çıkarmadı'' buyurdu Eshâb-ı kirâm; ''Keşke bizim ömrümüzde uzun olsaydı da, biz de din uğrunda Allah için cihâd etseydik'' dediler Bunun üzerine Kadr sûresi nâzil olup; ''Size verilen Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır (Bu gecenin sevâbı, bin ay cihâd etmenin sevâbında çoktur) buyruldu
İsâ aleyhisselâmla Muhammed aleyhisselâm arasında yaşamış olan Şem'ûn aleyhisselâm, İncil ehlindendi İsâ aleyhisselâma indirilen, henüz bozulmamış İncil-i şerife göre amel ederdi Kavmiyse putlara tapardı Şem'ûn aleyhisselâm, Allahü teâlâyı inkâr eden ve putlara tapan sapık kavimle cihâd (savaş) edip, onları imâna çağırdı Çok güçlü ve cesûr bir zât olan Şem'ûn aleyhisselâmı düşmanları türlü hilelerle şehit etmek istediler Hangi bağla bağladılarsa, o bağı kırıp kurtuldu
Yaşadığı şehrin hükümdarı onu yakalatıp, köşkünün önünde asılmasını emretti Bunun üzerine Şem'ûn aleyhisselâm, Allahü teâlâ yalvarıp; Yâ Rabbi! Dünyâda yaşamayı, kâfirlerle senin yolunda cihâd etmek için isterim Eğer bu isteğim kalpten ve samimiyse beni kurtar'' diyerek duâ etti O anda bir melek gelip bağı çözdü Şem'ûn aleyhisselâm kurtulunca, kendisine eziyet eden hükümdarı, adamlarını ve kendi hanımını cezâlandırdı İnsanları hak yola dâvete devâm etti Ona inanmayanlarla tek başına cihâd (harp) etti Çok ganimet elde etti Cihâd ederken susadığı zaman Allahü teâlâ onun için taştan gâyet lezzetli bir su akıtırdı Bu su o içip kanıncaya kadar akardı Kendisine büyük bir güç ve kuvvet verilmişti
ts_1967- çavuş
- Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 34
Nerden : istanbul
Rep puanı : 0
Kayıt tarihi : 10/09/08
Geri: Peygamberler Tarihi
Son Peygamber
MUHAMMED ALEYHİSSELÂM
Peygamber Efendimizin (sav) Doğumu, Çocukluğu ve Gençliği
İnsanlığı hakka ve hakikata sevkedip dünya ve ahiret saadetlerini sağlamak üzere Allah Teala tarafından gönderilen peygamberlerin sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle kabul edildiğine göre 20 Nisan (12 Rabiulevvel) 571 Pazartesi günü Mekke'de doğdu İslam tarihi kaynakları, Hz Peygamber'in nesebi ta Hz Adem'e kadar sıralanan Şecere tabloları ile belirlemişlerdir Bu kaynaklarda Hz Peygamber'in yirminci göbekten atası olan Adnan'a kadar ittifak edilmiş, ancak Adnan'dan sonra verilen isimlerde bazı farklılıklar ortaya çıkmıştır Ama O'nun Hz İbrahim'in oğlu Hz İsmail soyundan olduğunda şüphe yoktur Buna göre Adnan'a kadar Rasulullah'ın şeceresi şöylece sıralanır: Muhammed b Abdullah b Abdülmuttalib b Ha-şim b Abdümenaf b Kusayy b Kilab b Mürre b Ka'b b Lüeyy b Galib b Fihr b Malik b En-Nadr b Kinane b Huzeyme b Müdrike b İlyas b Mudar b Nizar b Me'add b Adnan
Hz Peygamber'in doğumundan iki ay kadar önce babası Abdullah, ticarî bir seferden dönüşünde Yesrib (Medine)'de vefat etmişti Annesi Amine, Kureyş Kabilesinin kollarından Benü Zühre'nin reisi Vehb b Abdümenaf'ın kız idi O sıralarda Mekke eşrafı, çocuklarını çölde bir süt anneye vererek emzirme adetine sahip oldukları için Hz Peygamber, kendi annesi Amine tarafından ancak bir kaç kez emzirilmiş, süt anneye verilinceye kadar da amcası Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe, O'na süt annelik yapmıştı Daha sonra Mekke'ye komşu çöllerde yaşayan Hevazin kabilesinin kollarından Benü Sa'd'a mensup Halîme bint Ebî Züeyb, uzun süre Hz Peygamber'e süt emzirmiştir Mekke eşrafı tarafından Mekke'nin ağır ve sıcak havası çocukların gelişimine ve sağlıklarına zararlı görülüyor; ayrıca hac münasebetiyle her kesimden insanla temas halinde bulunan Mekke'de arap dili, yabancı tesirler altında kalabildiğinden, fesahat ve belağata önem veren Mekkeliler çocuklarının dili öğrendikleri ilk yıllarının Arapçanın saf ve bozulmamış şekliyle ve olanca fesahat ve belagatıyla arı duru konuşulduğu badiyelerde geçmesini gerekli görüyorlardı Bu bakımdan Araplar arasında fasih Arapçaları ile ün yapmış Benü Sa'd kabilesi arasında yaklaşık ilk iki buçuk yılını geçiren Hz Peygamber, ileride üstleneceği ilahî risalet görevi için hem bedenen, hem de ruhen burada hazırlanmış oluyordu Hz Peygamber'in kırk yaşından itibaren yürüttüğü İslam'a davet vazifesi, kabul etmek gerekir ki, aslında meşakkatli, yorucu, bir takım sıkıntıları olan mukaddes bir vazifedir İşte bu yorucu ve meşakkatli görevi layıkıyla yerine getirebilmek için sağlam ve sıhhatli bir bünyeye sahip olmak gerekiyordu Hz Peygamber, böylelikle çocukluğunun ilk yıllarında Mekke'nin boğucu sıcak ve sıtmalı havasından uzaklaşmış, suyu ve havası güzel bâdiyede sağlıklı bir şekilde gelişme imkanını bulmuş oluyordu Diğer taraftan güzel konuşmanın kitleler üzerindeki etkisi malumdur İleride muhtelif insan kitlelerine muhatap olacak bir peygamberin şüphesiz iyi bir dil bilgisine sahip olması ve dili, davasının uğrunda en iyi şekilde kullanması gerekiyordu İşte bu yönlerden Hz Peygamber henüz çocukluğundan itibaren davet faaliyeti için hazırlanıyordu Yalnız kendisi henüz o sıralarda ileride peygamber olacağı konusunda hiç bir bilgiye sahip olmadığından, bu hazırlanma O'nun bizzat iradesi ile ve bilerek olmayıp, Cenab-ı Hakk'ın yönlendirmesi, kontrol ve murakabe altında tutması şeklinde cereyan ediyordu Peygamber Efendimizin süt annesi Halime'nin yanında iken vuku bulan "Göğsünün yarılması" (Şerhu's-Sadr veya Şak-ku's-Sadr) olayını da yine davete hazırlık olarak değerlendirmek gerekir Bu olayda Hz Peygamber'in göğsü, görevli iki melek tarafından yarılmış, kalbi çıkarılarak Şeytanın ve nefsin tasallut ve saptırmasından arındırılmış ve Zemzem'le yıkanarak tekrar yerine konulmuştur Böylece Hz Peygamber, ruhen davete hazırlanmış oluyordu
Şerhu's-sadr olayından sonra süt anne Halime tarafından Mekke'ye getirilerek öz annesi Amine ve dedesi Abdülmuttalib'e teslim edilen Hz Muhammed, altı yaşına kadar annesi Amine'nin yanında kaldı Bu sıralarda Amine, Hz Peygamber'i de yanına alarak Medine'deki akrabalarını ziyarete gitmişti Bu vesile ile, altı yıl kadar önce Medine'de ölen eşinin kabrini de ziyaret etmiş olacaktı Bir ay süren bir misafirlikten sonra Mekke'ye dönerken henüz Medine'den pek fazla uzaklaşmadan Ebvâ denilen köyde Amine aniden rahatsızlandı ve vefat etti; oraya da defnedildi Artık hem yetim, hem de öksüz kalan çocuğu bu yolculukta kendilerine refakat eden dadı Ümmü Eymen Mekke'ye getirip dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti Yaşlı dede, kalben büyük bir muhabbet beslediği bu yavruyu sevgi ve rahmetle iki yıl bağrına bastı Abdülmuttalib'in temsil ettiği Haşimoğullarının Mekke'deki itibarı ile Abdülmuttalib'in şahsî özellik, kabiliyet ve ahlaki faziletleri ve özellikle bir zamanlar yeri kaybolan kutsal Zemzem suyunu olgunluk devrelerinden tekrar bulup çıkarmış olması, onun Mekke'de kendisine son derece saygı duyulan, sözüne itibar ve itaat edilen bir reis haline gelmesini sağlamıştı Abdülmuttalib, Kabe duvarına bitişik olarak sırf kendisine mahsus serilen minderde ve Mekke idare meclisi hüviyetini taşıyan Daru'n-Nedve'de Mekke halkının çeşitli problemlerini dinler ve çözüm yolları arardı Dedesi Abdülmutta-ib'in yanından hiç ayrılmayan küçük Muhammed, Daru'n-Nedve'de yapılan idareye ve çeşitli problemlere ait müzakerelerde de dedesinin yanında bulunuyor ve daha o yaşlarından itibaren zulmün hakim olduğu Mekke toplumunda ortaya çıkan problemleri, insanların dinî, idarî, iktisadî, ilmî, içtimaî yönlerden nasıl bir bataklığın içinde bulunduklarını yakından görüp idrak ediyordu Hz Peygamber sekiz yaşına geldiği zaman Abdülmuttalib seksen iki yaşına erişmişti ve yaşlı bünye, uğradığı hastalıklara tahammül edemeyerek bu dünyadan ayrıldı Abdülmuttalib vefatından önce sevgili torununu oğulları arasında, Hz Muhammed'in babası Abdullah'la ana-baba bir kardeş olan Ebû Talib'e teslim etmişti Artık Hz Muhammed sekiz yaşından yirmibeş yaşına kadar amcası Ebû Talib'in yanında kalmıştır
Gelecekte peygamber olacağı hakkında ne kendisinin ne de çevresinin kesin bir bilgisi olmadığından, tabiîdir ki Hz Peygamber'in bu devrelerdeki hayatı hakkında fazla bilgimiz yoktur Ancak sadece Hz Peygamber'i değil, aynı zamanda diğer Mekkelileri de ilgilendiren bazı olaylarda Hz Peygamber'in aldığı yer ve oynadığı rol, kaynaklarımızda tespit edilmiştir
MUHAMMED ALEYHİSSELÂM
Peygamber Efendimizin (sav) Doğumu, Çocukluğu ve Gençliği
İnsanlığı hakka ve hakikata sevkedip dünya ve ahiret saadetlerini sağlamak üzere Allah Teala tarafından gönderilen peygamberlerin sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle kabul edildiğine göre 20 Nisan (12 Rabiulevvel) 571 Pazartesi günü Mekke'de doğdu İslam tarihi kaynakları, Hz Peygamber'in nesebi ta Hz Adem'e kadar sıralanan Şecere tabloları ile belirlemişlerdir Bu kaynaklarda Hz Peygamber'in yirminci göbekten atası olan Adnan'a kadar ittifak edilmiş, ancak Adnan'dan sonra verilen isimlerde bazı farklılıklar ortaya çıkmıştır Ama O'nun Hz İbrahim'in oğlu Hz İsmail soyundan olduğunda şüphe yoktur Buna göre Adnan'a kadar Rasulullah'ın şeceresi şöylece sıralanır: Muhammed b Abdullah b Abdülmuttalib b Ha-şim b Abdümenaf b Kusayy b Kilab b Mürre b Ka'b b Lüeyy b Galib b Fihr b Malik b En-Nadr b Kinane b Huzeyme b Müdrike b İlyas b Mudar b Nizar b Me'add b Adnan
Hz Peygamber'in doğumundan iki ay kadar önce babası Abdullah, ticarî bir seferden dönüşünde Yesrib (Medine)'de vefat etmişti Annesi Amine, Kureyş Kabilesinin kollarından Benü Zühre'nin reisi Vehb b Abdümenaf'ın kız idi O sıralarda Mekke eşrafı, çocuklarını çölde bir süt anneye vererek emzirme adetine sahip oldukları için Hz Peygamber, kendi annesi Amine tarafından ancak bir kaç kez emzirilmiş, süt anneye verilinceye kadar da amcası Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe, O'na süt annelik yapmıştı Daha sonra Mekke'ye komşu çöllerde yaşayan Hevazin kabilesinin kollarından Benü Sa'd'a mensup Halîme bint Ebî Züeyb, uzun süre Hz Peygamber'e süt emzirmiştir Mekke eşrafı tarafından Mekke'nin ağır ve sıcak havası çocukların gelişimine ve sağlıklarına zararlı görülüyor; ayrıca hac münasebetiyle her kesimden insanla temas halinde bulunan Mekke'de arap dili, yabancı tesirler altında kalabildiğinden, fesahat ve belağata önem veren Mekkeliler çocuklarının dili öğrendikleri ilk yıllarının Arapçanın saf ve bozulmamış şekliyle ve olanca fesahat ve belagatıyla arı duru konuşulduğu badiyelerde geçmesini gerekli görüyorlardı Bu bakımdan Araplar arasında fasih Arapçaları ile ün yapmış Benü Sa'd kabilesi arasında yaklaşık ilk iki buçuk yılını geçiren Hz Peygamber, ileride üstleneceği ilahî risalet görevi için hem bedenen, hem de ruhen burada hazırlanmış oluyordu Hz Peygamber'in kırk yaşından itibaren yürüttüğü İslam'a davet vazifesi, kabul etmek gerekir ki, aslında meşakkatli, yorucu, bir takım sıkıntıları olan mukaddes bir vazifedir İşte bu yorucu ve meşakkatli görevi layıkıyla yerine getirebilmek için sağlam ve sıhhatli bir bünyeye sahip olmak gerekiyordu Hz Peygamber, böylelikle çocukluğunun ilk yıllarında Mekke'nin boğucu sıcak ve sıtmalı havasından uzaklaşmış, suyu ve havası güzel bâdiyede sağlıklı bir şekilde gelişme imkanını bulmuş oluyordu Diğer taraftan güzel konuşmanın kitleler üzerindeki etkisi malumdur İleride muhtelif insan kitlelerine muhatap olacak bir peygamberin şüphesiz iyi bir dil bilgisine sahip olması ve dili, davasının uğrunda en iyi şekilde kullanması gerekiyordu İşte bu yönlerden Hz Peygamber henüz çocukluğundan itibaren davet faaliyeti için hazırlanıyordu Yalnız kendisi henüz o sıralarda ileride peygamber olacağı konusunda hiç bir bilgiye sahip olmadığından, bu hazırlanma O'nun bizzat iradesi ile ve bilerek olmayıp, Cenab-ı Hakk'ın yönlendirmesi, kontrol ve murakabe altında tutması şeklinde cereyan ediyordu Peygamber Efendimizin süt annesi Halime'nin yanında iken vuku bulan "Göğsünün yarılması" (Şerhu's-Sadr veya Şak-ku's-Sadr) olayını da yine davete hazırlık olarak değerlendirmek gerekir Bu olayda Hz Peygamber'in göğsü, görevli iki melek tarafından yarılmış, kalbi çıkarılarak Şeytanın ve nefsin tasallut ve saptırmasından arındırılmış ve Zemzem'le yıkanarak tekrar yerine konulmuştur Böylece Hz Peygamber, ruhen davete hazırlanmış oluyordu
Şerhu's-sadr olayından sonra süt anne Halime tarafından Mekke'ye getirilerek öz annesi Amine ve dedesi Abdülmuttalib'e teslim edilen Hz Muhammed, altı yaşına kadar annesi Amine'nin yanında kaldı Bu sıralarda Amine, Hz Peygamber'i de yanına alarak Medine'deki akrabalarını ziyarete gitmişti Bu vesile ile, altı yıl kadar önce Medine'de ölen eşinin kabrini de ziyaret etmiş olacaktı Bir ay süren bir misafirlikten sonra Mekke'ye dönerken henüz Medine'den pek fazla uzaklaşmadan Ebvâ denilen köyde Amine aniden rahatsızlandı ve vefat etti; oraya da defnedildi Artık hem yetim, hem de öksüz kalan çocuğu bu yolculukta kendilerine refakat eden dadı Ümmü Eymen Mekke'ye getirip dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti Yaşlı dede, kalben büyük bir muhabbet beslediği bu yavruyu sevgi ve rahmetle iki yıl bağrına bastı Abdülmuttalib'in temsil ettiği Haşimoğullarının Mekke'deki itibarı ile Abdülmuttalib'in şahsî özellik, kabiliyet ve ahlaki faziletleri ve özellikle bir zamanlar yeri kaybolan kutsal Zemzem suyunu olgunluk devrelerinden tekrar bulup çıkarmış olması, onun Mekke'de kendisine son derece saygı duyulan, sözüne itibar ve itaat edilen bir reis haline gelmesini sağlamıştı Abdülmuttalib, Kabe duvarına bitişik olarak sırf kendisine mahsus serilen minderde ve Mekke idare meclisi hüviyetini taşıyan Daru'n-Nedve'de Mekke halkının çeşitli problemlerini dinler ve çözüm yolları arardı Dedesi Abdülmutta-ib'in yanından hiç ayrılmayan küçük Muhammed, Daru'n-Nedve'de yapılan idareye ve çeşitli problemlere ait müzakerelerde de dedesinin yanında bulunuyor ve daha o yaşlarından itibaren zulmün hakim olduğu Mekke toplumunda ortaya çıkan problemleri, insanların dinî, idarî, iktisadî, ilmî, içtimaî yönlerden nasıl bir bataklığın içinde bulunduklarını yakından görüp idrak ediyordu Hz Peygamber sekiz yaşına geldiği zaman Abdülmuttalib seksen iki yaşına erişmişti ve yaşlı bünye, uğradığı hastalıklara tahammül edemeyerek bu dünyadan ayrıldı Abdülmuttalib vefatından önce sevgili torununu oğulları arasında, Hz Muhammed'in babası Abdullah'la ana-baba bir kardeş olan Ebû Talib'e teslim etmişti Artık Hz Muhammed sekiz yaşından yirmibeş yaşına kadar amcası Ebû Talib'in yanında kalmıştır
Gelecekte peygamber olacağı hakkında ne kendisinin ne de çevresinin kesin bir bilgisi olmadığından, tabiîdir ki Hz Peygamber'in bu devrelerdeki hayatı hakkında fazla bilgimiz yoktur Ancak sadece Hz Peygamber'i değil, aynı zamanda diğer Mekkelileri de ilgilendiren bazı olaylarda Hz Peygamber'in aldığı yer ve oynadığı rol, kaynaklarımızda tespit edilmiştir
ts_1967- çavuş
- Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 34
Nerden : istanbul
Rep puanı : 0
Kayıt tarihi : 10/09/08
Geri: Peygamberler Tarihi
Bu devreye ait mevcut bilgiler arasında şüphesiz önemli olanlarından birisi, Hz Peygamber'in Rahib Bahîra ile karşılaşması meselesidir Hz Peygamber on iki yaşlarında iken amcası Ebû Talib ile birlikte Şam'a doğru yol alan ticarî bir kervana katılmış ve kafile Şam yakınlarında Busrâ adlı bir mevkide mola verdiği zaman buradaki manastırda bulunan Bahîra adlı rahib, İslam kaynaklarına göre Hz Peygamber'deki özelliklere bakarak O'nun ileride çıkması beklenilen son peygamber olabileceği kanaatine varmıştı Müsteşrikler bu olayı kendi yanlı bakış açıları ile ele alarak islam'ın doğuşunda Hristiyan rühiyatının etkileri olduğunu, Rahib Bahîra'nın dinî telkinlerinin tesirinde kalan Hz Muhammed'in bu dinî şuuru geliştirerek ileride İslam'ı ortaya attığını iddia ederlerse de, İslamiyet'in temelini oluşturan tevhid akidesi ile Hristiyanlığın temeli olan teslis inancının asla bağdaşamaz bir karakterde oluşu, İslam'ın Hristiyanlık'da mevcut teslis düşüncesini şirk olarak kabul etmesi, bu iddianın ne derece asılsız gülünç olduğunun en açık delillerindendir
Hz Peygamber, bu ilk seferin ardından daha sonraki, yıllarda diğer amcaları ile birlikte Mekke, dışına yapılan bazı ticari seferlere katılmış, muhtelif bölgelerde yaşayan insanların farklılık arzeden dinleri, örf ve adetleri, hal ve vaziyetleri hakkında bilgi sahibi olmuştur Peygamber Efendimizin daha sonraları İslam'ı tebliğ ederken bu bilgilerinden istifade etmesi tabiî olduğuna göre cereyan eden bu olayları da O'nun peygamberliğe ilmen hazırlanması olarak değerlendirmek gerekir Cenab-ı Hakk'ın kontrol ve murakabesi, müstakbel Peygamberi ruhen de davete hazırlıyor ve cahiliye döneminin her türlü şirk ve sapıklığından, kötülük ve ahlaksızlığından uzak tutuyordu Mekkelilerin dinî bir ayini ve bayramı olan Büvane'ye çocukluk yıllarında amca ve halalarının zorlamaları ile götürülen Hz Muhammed, adet üzere diğer akrabalarının yaptığı şekilde burada hazır bulundurulan bir puta tapmak için sıraya girdiğinde, henüz kendisine sıra gelmeden ilahi bir ikaz ile puta tapmaktan alıkonulmuş ve olayın haşyeti içerisinde Hz Peygamber kısa bir baygınlık geçirmişti Bu olaydan sonra artık akrabaları O'na putlara tapmak için her harhangi bir ısrarda bulunmadılar Tabiidir ki Peygamber Efendimiz çocukluk yıllarından itibaren hayatı boyunca asla hiç bir puta tapmadığı gibi, onlar adına kurban kesmemiş, putlar adına kesilen hayvanların etini yememiş, onlar adına yemin etmemiş, hatta onların adını dahi ağzına almaktan hoşlanmadığını belirtmişti Geçim sıkıntısı çeken amcası Ebu Talib'e yardırcı olmak için gençlik yıllarında Mekkelilere ücretle çobanlık, yapan Hz Muhammed, çobanlığı sırasında Mekke'nin dağdağalı, debdebeli, şirkin hakim olduğu havasından uzaklaşarak tabiatla karşı karşıya gelmiş, bu anlarda muhakeme ve idrak gücü gelişerek herşeyin yaratıcısı olan Cenab-ı Allah'ın varlığı ve birliğini, O'na eşler koşmanın sapıklık olduğunu iyice kavramış, karşılaştığı bir takım sıkıntı ve meşakkatler O'nu ruhen olgunlaştırmıştı
Hz Peygamber, bu ilk seferin ardından daha sonraki, yıllarda diğer amcaları ile birlikte Mekke, dışına yapılan bazı ticari seferlere katılmış, muhtelif bölgelerde yaşayan insanların farklılık arzeden dinleri, örf ve adetleri, hal ve vaziyetleri hakkında bilgi sahibi olmuştur Peygamber Efendimizin daha sonraları İslam'ı tebliğ ederken bu bilgilerinden istifade etmesi tabiî olduğuna göre cereyan eden bu olayları da O'nun peygamberliğe ilmen hazırlanması olarak değerlendirmek gerekir Cenab-ı Hakk'ın kontrol ve murakabesi, müstakbel Peygamberi ruhen de davete hazırlıyor ve cahiliye döneminin her türlü şirk ve sapıklığından, kötülük ve ahlaksızlığından uzak tutuyordu Mekkelilerin dinî bir ayini ve bayramı olan Büvane'ye çocukluk yıllarında amca ve halalarının zorlamaları ile götürülen Hz Muhammed, adet üzere diğer akrabalarının yaptığı şekilde burada hazır bulundurulan bir puta tapmak için sıraya girdiğinde, henüz kendisine sıra gelmeden ilahi bir ikaz ile puta tapmaktan alıkonulmuş ve olayın haşyeti içerisinde Hz Peygamber kısa bir baygınlık geçirmişti Bu olaydan sonra artık akrabaları O'na putlara tapmak için her harhangi bir ısrarda bulunmadılar Tabiidir ki Peygamber Efendimiz çocukluk yıllarından itibaren hayatı boyunca asla hiç bir puta tapmadığı gibi, onlar adına kurban kesmemiş, putlar adına kesilen hayvanların etini yememiş, onlar adına yemin etmemiş, hatta onların adını dahi ağzına almaktan hoşlanmadığını belirtmişti Geçim sıkıntısı çeken amcası Ebu Talib'e yardırcı olmak için gençlik yıllarında Mekkelilere ücretle çobanlık, yapan Hz Muhammed, çobanlığı sırasında Mekke'nin dağdağalı, debdebeli, şirkin hakim olduğu havasından uzaklaşarak tabiatla karşı karşıya gelmiş, bu anlarda muhakeme ve idrak gücü gelişerek herşeyin yaratıcısı olan Cenab-ı Allah'ın varlığı ve birliğini, O'na eşler koşmanın sapıklık olduğunu iyice kavramış, karşılaştığı bir takım sıkıntı ve meşakkatler O'nu ruhen olgunlaştırmıştı
ts_1967- çavuş
- Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 34
Nerden : istanbul
Rep puanı : 0
Kayıt tarihi : 10/09/08
Geri: Peygamberler Tarihi
Çobanlık yaptığı günlerden birisinde sürüsünü bir çoban arkadaşına emanet ederek Mekke'de tertiplenen gece eğlencelerini seyretmek için kırdan şehire inen Hz Peygamber, eğlence yerine gelip oturur oturmaz Cenab-ı Hakk'ın kendisine verdiği bir uyku ile, içkilerin içildiği, oyunların oynandığı, ahlaksızlıkların yapıldığı bu işret alemini seyretmekten dahi alıkonulmuştu Bir başka sefer yine böyle bir eğlenceyi seyretme arzusu aynı şekilde engellenmiş; artık bir daha da Hz Peygamber böyle bir şeye teşebbüs etmemiş, istek de duymamıştı Hz Peygamber yirmi yaşlarında iken Mekkeliler ile Hevazin kabilesi arasında Ficar Harbi vuku buldu Aslında savaşabilecek bir yaşta ve güçte olmasına rağmen Hz Peygamber bu harpte sadece savaş alanının gerisine düşen okları toplayıp amcalarına vermekle yetinmişti Böylece genellikle cephe gerisinde bulunmasına rağmen bu olayın O'nda harp taktik ve teknikleri, sevk ve komuta gibi konularda tecrübeler oluşturduğu bir gerçektir Peygamberliğinden sonra dahi hatırladığı zaman bir üye olarak katılmaktan şeref ve iftihar duyduğunu açıkça belirttiği Hılfü'l-Fudul ise hemen bu savaştan sonra gerçekleşmişti Bu vesile ile Hz Peygamber, cemiyet meselelerini yakînen tanımış, cahiliye toplumunda güçlünün güçsüzü nasıl ezdiğini, güç ve kuvvet karşısında zalimlerin nasıl eriyip titrediğini örnekleriyle görmüştü Yirmibeş yaşında bizzat kendisinin idare ettiği bir ticaret kervanı Hz Muhammed'i Hz Hatice ile karşılaştırdı ve aralarında gerçekleşen evlilik, Hz Muhammed'in amcası Ebû Talib'in yanından ayrılıp yeni bir aile yuvası kurmasını sağladı Hz Peygamber'in bu evlilik dolayısıyla Hz Hatice'den altı çocuğu olmuştu Bunlardan dördü kız olup Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Külsüm ve Fatıma adlarını almışlardı Bunların dördü de babalarının peygamberliğine erişmişler ve O'na iman ederek hicret etmişlerdir Oğulları ise Kasım ve Abdullah adını taşıyordu Hz Peygamber'in ilk oğlunun adı Kasım olduğu için kendisine Ebu'l-Kasım künyesi verilmişti Bazı kaynaklar bunlardan başka Hz Peygamber'in Tayyib ve Tahir adında iki oğlu daha olduğunu zikrederken, diğer bazı kaynaklar bu son iki ismin Abdullah'ın lakabı olduğunu belirtmişlerdir Hicretten sonra doğan oğlu İbrahim ise Mısırlı cariye Mariye'dendir Hz Peygamber'in bütün erkek çocukları henüz küçük yaşlarda vefat etmişlerdi Hz Hatice ile evliliğinden sonra Peygamber Efendimiz ailenin geçimini ticaret yoluyla sağlamaya çalışmış, bazan ortaklık yoluyla, bazan müstakil olarak ticaret yapmıştı Hz Muhammed, bu ticarî muamelelerindeki dürüstlüğü, doğru sözlülüğü, ahde vefası, adil ve alicenab davranışları, herkes hakkında iyimser gelen iyilik ve yardımı yapması, yoksulun, muhtacın elinde tutması, yakınlarına ve akrabalarına karşı gösterdiği ilgi, ahlakî olgunluk ve ruhî üstünlükleri ile derhal temayüz etmiş, çevrede herkesin güvenip itibar ettiği, sayıp sevdiği bir kişi haline gelmişti Bu sebeple Mekkeliler kendisine "el-Emîn = güvenilir kişi" lakabını vermişlerdi
ts_1967- çavuş
- Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 34
Nerden : istanbul
Rep puanı : 0
Kayıt tarihi : 10/09/08
Geri: Peygamberler Tarihi
Hz Peygamber'in otuz beş yaşında iken meydana gelen Kabe tamiri olayı ve bu olay sırasında el-Haceru'l Esved'in yerine konması meselesinde Mekke Sülaleleri arasında çıkan ve kanlı bir çatışmaya dönüşme temayülü gösteren anlaşmazlığı herkesi memnun edecek bir tarzda ve adil bir şekilde çözmesi, O'na duyulan güveni daha da artırmıştı Allah'ın mukaddes evi Kabe'nin tamiri dolayısıyla herkeste olduğu gibi Hz Muhammed'de de dinî duygu ve heyecanlar şüphesiz harekete geçmiştir Bu sebeple O'nda bu yıllardan itibaren Rabbi ile başbaşa kalma arzusu görülür Bir de buna toplum içinde işlenen haksızlıklar, zulümler, ahlaksızlıklar, din adına icra edilen sapıklık ve akılsızlıklar eklenecek olursa, Hz Muhammed'in böylesi cahilî bir toplumdan kendisini uzak tutarak yalnız, sessiz, sakin bir mağarada bir süre uzlete çekilmesinin sebebi daha iyi anlaşılır Artık otuz beş yaşından itibaren Hz Peygamber, belli zamanlarda özellikle Ramazan ayı boyunca Mekke'den uzaklaşıyor, uzlet yeri olarak kendisine seçtiği Hıra dağındaki bir mağarada günlerini geçirerek Cenab-ı Hakk'ın varlığını, birliğini, kudret ve azametini, O'nun gücü karşısında mahlukatın aczini ve zayıflığını düşünüyor; Rab Teala'nın insanlara sonsuz nimetlerini, buna karşı insanoğlunun nankörlüğünü, onların dinî, siyasî, içtimai, ahlakî vs yönlerden içerisine düştükleri kötü durumları hatırlıyordu, işte bu uzlet, günleri Hz Peygamber'i ruhi, ahlakî bir olgunluğa götürdüğü gibi tefekkür ve istidlal melekelerini geliştirerek aklî ve ilmî bir yüceliğe de eriştirdi
Peygamberliği ve Mekke Dönemi
Böylece kendisine verilecek ilahî risalet görevini üstlenebilecek bir seviye ve vasata geldiği bir sırada, kırk yaşında iken yine böyle bir uzlet anında Hıra mağarasında, Cenab-ı Hakk'ın peygamberlere vahiy getirmekle görevli meleği Cebrail (as), O'na ilk vahyi, Alak Suresi'nin ilk beş ayetini getirdi Artık Allah'ın Rasülü, insanları hak din olan İslam'a çağırmakla görevli idi O, bu görevine ailesi halkından ve hak davaya gönül verebilecek yakın arkadaşlarından, gerçeği kabul edebilecek kabiliyetde olan, fıtratı bozulmamış, düşünme istidadı körelmemiş kişilerden başladı, ilk önce O'nu sevgili eşi Hz Hatice tasdik etti Erkeklerden Hz Ebubekir, çocuklardan Hz Afi, azadlı kölelerden Zeyd b Harise kendisine ilk iman eden kimselerdi Ardından Hz Ebübekir'in de aracılığıyla Hz Osman, Abdurrahman b Avf, Zübeyr b el-Avvam, Talha b Ubeydullah, Sa'd b Ebî Vakkas, Ebu Ubeyde b el-Cerrah, Sa'id b Zeyd, Abdullah b Mes'ud gibi şahsiyetler müslüman oldular Hz Peygamber ilk üç yıl davetini gizli sürdürdü Yalnız bu gizlilik, İslam'ın esasları ve prensipleri açısından değildi İslam, sır perdeleri arkasında, gizli saklı, esrarengiz ve gizemli, anlaşılmaz bir takım düşünceler ve doktrinler ihtiva eden bir din değildi Onun esasları gayet açık, net, anlaşılır, sade, arı duru olup akıl ve mantığa da uygun idi Aynı şekilde bu gizlilik, İslam'ın sadece belli bir zümreye has bir grup dini oluşundan da değildi Aksine İslamiyet cihanşümul bir din olup bütün bir beşeriyetin hidayet ve saadetini hedeflemişti Ancak Hz Peygamber'in ilk üç yıl davetini gizli sürdürmesi, çevredeki insanların İslam'a karşı takındıkları düşmanca tavırdan, inanç ve ibadet hürriyeti tanımayacak kadar insafsız ve bağnaz oluşlarından kaynaklanıyordu Müslüman olanların mallarına ve canlarına bir zarar gelmemesi, filizlenmekte olan İslam davasına acımasız bir balta vurulmaması açısından gizli davete gerek duyulmuştu Bu safhada Hz Peygamber faaliyetini genellikle davet merkezi edindiği Daru'l-Erkam'dan yürütmüştür
Peygamberliği ve Mekke Dönemi
Böylece kendisine verilecek ilahî risalet görevini üstlenebilecek bir seviye ve vasata geldiği bir sırada, kırk yaşında iken yine böyle bir uzlet anında Hıra mağarasında, Cenab-ı Hakk'ın peygamberlere vahiy getirmekle görevli meleği Cebrail (as), O'na ilk vahyi, Alak Suresi'nin ilk beş ayetini getirdi Artık Allah'ın Rasülü, insanları hak din olan İslam'a çağırmakla görevli idi O, bu görevine ailesi halkından ve hak davaya gönül verebilecek yakın arkadaşlarından, gerçeği kabul edebilecek kabiliyetde olan, fıtratı bozulmamış, düşünme istidadı körelmemiş kişilerden başladı, ilk önce O'nu sevgili eşi Hz Hatice tasdik etti Erkeklerden Hz Ebubekir, çocuklardan Hz Afi, azadlı kölelerden Zeyd b Harise kendisine ilk iman eden kimselerdi Ardından Hz Ebübekir'in de aracılığıyla Hz Osman, Abdurrahman b Avf, Zübeyr b el-Avvam, Talha b Ubeydullah, Sa'd b Ebî Vakkas, Ebu Ubeyde b el-Cerrah, Sa'id b Zeyd, Abdullah b Mes'ud gibi şahsiyetler müslüman oldular Hz Peygamber ilk üç yıl davetini gizli sürdürdü Yalnız bu gizlilik, İslam'ın esasları ve prensipleri açısından değildi İslam, sır perdeleri arkasında, gizli saklı, esrarengiz ve gizemli, anlaşılmaz bir takım düşünceler ve doktrinler ihtiva eden bir din değildi Onun esasları gayet açık, net, anlaşılır, sade, arı duru olup akıl ve mantığa da uygun idi Aynı şekilde bu gizlilik, İslam'ın sadece belli bir zümreye has bir grup dini oluşundan da değildi Aksine İslamiyet cihanşümul bir din olup bütün bir beşeriyetin hidayet ve saadetini hedeflemişti Ancak Hz Peygamber'in ilk üç yıl davetini gizli sürdürmesi, çevredeki insanların İslam'a karşı takındıkları düşmanca tavırdan, inanç ve ibadet hürriyeti tanımayacak kadar insafsız ve bağnaz oluşlarından kaynaklanıyordu Müslüman olanların mallarına ve canlarına bir zarar gelmemesi, filizlenmekte olan İslam davasına acımasız bir balta vurulmaması açısından gizli davete gerek duyulmuştu Bu safhada Hz Peygamber faaliyetini genellikle davet merkezi edindiği Daru'l-Erkam'dan yürütmüştür
ts_1967- çavuş
- Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 34
Nerden : istanbul
Rep puanı : 0
Kayıt tarihi : 10/09/08
Geri: Peygamberler Tarihi
Burası ilk iman edenlerden el-Erkam b Ebi'l-Erkam'ın Kabe karşısında Safatepesi yamaçlarındaki evi idi İlk müslümanlardan bir çoğu islam'ı burada kabul etmişler, Hz Peygamber'in eğitimine burada mazhar olarak İslam'ın eşsiz esaslarını ruhlarınaa ve hayatlarına burada nakşetmişlerdi Hz Peygamber burada İslam davasına gönül bağlayarak mallarını ve canlarını bu hak dava uğrunda fedadan çekinmeyen sadık, vefalı ve ihlaslı bir kadroyu oluşturmakla meşgüldü O, biliyordu ki böyle bir kadro olmaksızın İslam davasının ortaya çıkıp yayılması mümkün değildir Bu bakımdan Hz Peygamber'in bu devredeki icraatı ashabını birbirine kenetlendirmiş ve aralarında mükemmel bir bağlılık oluşturmuştu
İşte Hz Peygamber İslam davası etrafında böyle bir kadro oluşturduktan sonra peygamberliğin dördüncü yılından itibaren İslam'ı açık açık tebliğ etmeye başladı Kureyş müşriklerinin İslam'ı engellemek için başvurdukları çok çeşitli çareler, Hz Peygamber'e ve İslama samimiyetle bağlı kadro elemanlarına engel olamıyordu Bu arada Mekke müşrikleri özellikle korunmasız müslümanlara insaf ve vicdana sığmayan eziyet ve işkencelerde bulundular Bu işkenceler karşısında Hz Peygamber, isteyen müslümanların Habeşistan'a gidebileceklerini belirtip hicret izni verince, nübüvvetin beş ve altıncı yıllarında müslümanlardan birer grup l ve II Habeş hicretlerini gerçekleştirdiler Mekkeli müslümanların böylece Mekke haricine İslam'ı taşımaları, müşriklerin hınç ve kinini artırmıştı Ama Cenab-ı Hakk'ın yardım ve inayeti sebebiyledir ki İslam'a gösterilen bu düşmanlıklar bile hak dinin yayılmasına yardımcı oluyordu Mesela azılı müşriklerden Ebû Cehil'in bizzat Hz Peygamber'e yaptığı sözlü ve fiili bir sataşma, Kureyş arasında şahsiyeti ve kuvvetiyle büyük bir itibara sahip olan Hz Hamza'nın müslüman olmasını sağladı Ardından Mekke idare meclisi Daru'n-Nedve'de alınan Hz Peygamber'i öldürme kararını uygulamak için harekete geçen güçlü şahsiyet Ömer b el-Hattab, Hz Peygamber'i öldürmek üzere O'nu ararken aslında ayakları onu hidayete sevkediyor ve Ömer'in gücü islam saflarına yeni bir heyecan ve şevk katıyordu Arka arkaya Hz Hamza'nın ve Hz Ömer'in müslüman olmaları, Kureyş müşriklerinin gözünü bir süre yıldırmış, artık müstümanlara dokunamaz olmuşlardı İşte bunu izleyen günlerde Habeş muhacirlerinden bir kısmı Mekke'ye geri döndü Ancak bu sırada müşrikler yeniden şiddete başlayıp, cehalet ve bağnazlıkla bağlandıkları ata dinlerini, zulme dayalı olduğu için İslam'ın ortadan kaldıracağı şahsî çıkar ve menfaatlerini, batıl tahakküm ve zorbalıklarını kurtarabilmek için akıl almaz çarelere başvurmuşlardı Bu türden olmak üzere hem müslümanlar, hem de müslümanları koruyan Haşimoğulları, peygamberliğin yedinci senesi île onuncu senesi arasında tam üç yıl devam eden bir boykot ve muhasaraya maruz kaldılar Mekkeliler ne müslümanlarla, ne de onları koruyan Haşimoğulları ile hiç bir münasebette bulunmayacaklarına, her türlü ilişkiyi keseceklerine, onlarla hiç bir şekilde alış-verişte bulunmayacaklarına, oturup kalkmayacaklarına, kız alıp vermeyeceklerine dair bir karar almış, bu kararı yazdıkları sahifeyi Kabe'nin iç duvarına asarak dinî bir hüviyet de vermişlerdi Bu karara muhalefet eden, hem vatana, hem de dine ihanet etmiş sayılacak ve en ağır şekilde cezalandırılacaktı Mekkeliler tarafından üç yıl süreyle ve titizlikle uygulanan bu karar, elbette müslümanlara sıkıntılı, güç günler yaşatmıştır Peygamberliğin onuncu yılında bu karar iptal edilip boykot ve muhasara kaldırıldığı vakit müslümanlar peK ziyade sevinme imkanı bulamadılar
İşte Hz Peygamber İslam davası etrafında böyle bir kadro oluşturduktan sonra peygamberliğin dördüncü yılından itibaren İslam'ı açık açık tebliğ etmeye başladı Kureyş müşriklerinin İslam'ı engellemek için başvurdukları çok çeşitli çareler, Hz Peygamber'e ve İslama samimiyetle bağlı kadro elemanlarına engel olamıyordu Bu arada Mekke müşrikleri özellikle korunmasız müslümanlara insaf ve vicdana sığmayan eziyet ve işkencelerde bulundular Bu işkenceler karşısında Hz Peygamber, isteyen müslümanların Habeşistan'a gidebileceklerini belirtip hicret izni verince, nübüvvetin beş ve altıncı yıllarında müslümanlardan birer grup l ve II Habeş hicretlerini gerçekleştirdiler Mekkeli müslümanların böylece Mekke haricine İslam'ı taşımaları, müşriklerin hınç ve kinini artırmıştı Ama Cenab-ı Hakk'ın yardım ve inayeti sebebiyledir ki İslam'a gösterilen bu düşmanlıklar bile hak dinin yayılmasına yardımcı oluyordu Mesela azılı müşriklerden Ebû Cehil'in bizzat Hz Peygamber'e yaptığı sözlü ve fiili bir sataşma, Kureyş arasında şahsiyeti ve kuvvetiyle büyük bir itibara sahip olan Hz Hamza'nın müslüman olmasını sağladı Ardından Mekke idare meclisi Daru'n-Nedve'de alınan Hz Peygamber'i öldürme kararını uygulamak için harekete geçen güçlü şahsiyet Ömer b el-Hattab, Hz Peygamber'i öldürmek üzere O'nu ararken aslında ayakları onu hidayete sevkediyor ve Ömer'in gücü islam saflarına yeni bir heyecan ve şevk katıyordu Arka arkaya Hz Hamza'nın ve Hz Ömer'in müslüman olmaları, Kureyş müşriklerinin gözünü bir süre yıldırmış, artık müstümanlara dokunamaz olmuşlardı İşte bunu izleyen günlerde Habeş muhacirlerinden bir kısmı Mekke'ye geri döndü Ancak bu sırada müşrikler yeniden şiddete başlayıp, cehalet ve bağnazlıkla bağlandıkları ata dinlerini, zulme dayalı olduğu için İslam'ın ortadan kaldıracağı şahsî çıkar ve menfaatlerini, batıl tahakküm ve zorbalıklarını kurtarabilmek için akıl almaz çarelere başvurmuşlardı Bu türden olmak üzere hem müslümanlar, hem de müslümanları koruyan Haşimoğulları, peygamberliğin yedinci senesi île onuncu senesi arasında tam üç yıl devam eden bir boykot ve muhasaraya maruz kaldılar Mekkeliler ne müslümanlarla, ne de onları koruyan Haşimoğulları ile hiç bir münasebette bulunmayacaklarına, her türlü ilişkiyi keseceklerine, onlarla hiç bir şekilde alış-verişte bulunmayacaklarına, oturup kalkmayacaklarına, kız alıp vermeyeceklerine dair bir karar almış, bu kararı yazdıkları sahifeyi Kabe'nin iç duvarına asarak dinî bir hüviyet de vermişlerdi Bu karara muhalefet eden, hem vatana, hem de dine ihanet etmiş sayılacak ve en ağır şekilde cezalandırılacaktı Mekkeliler tarafından üç yıl süreyle ve titizlikle uygulanan bu karar, elbette müslümanlara sıkıntılı, güç günler yaşatmıştır Peygamberliğin onuncu yılında bu karar iptal edilip boykot ve muhasara kaldırıldığı vakit müslümanlar peK ziyade sevinme imkanı bulamadılar
ts_1967- çavuş
- Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 34
Nerden : istanbul
Rep puanı : 0
Kayıt tarihi : 10/09/08
Geri: Peygamberler Tarihi
Çünkü çok geçmeden Hz Peygamber iki büyük yakınını, amcası Ebû Talib'i ve eşi Hz Hatice'yi üç gün arayla ardı ardına kaybetti Rasulullah'ın üzüntüsüne müslümanlar da katıldılar ve bu seneye Hüzün yılı adını verdiler Özellikle Ebû Talib'in vefatı, Hz Peygamber'in Mekke'de İslam'ı tebliğ etmesini bir hayli güçleştirdi Çünkü Ebû Talib'in sağlığında Mekkeliler Ona hürmet duydukları için himayesine aldığı yeğenine dokunmuyorlardı Şimdi bu himaye ortadan kalktığı için Hz Peygamber her yerde sataşma ve engellemelerle karşılaşıyordu Böyle bir ortamda İslam'ı tebliğ etmek adeta imkansız hale geldiğinden Hz Peygamber, İslam'ı kabullenecek yeni bir kitle aramaya başladı Bu sebeple de azadlı kölesi Zeyd b Harise ile birlikte bir gün gizlice Taife gitti Ancak dolaylı akrabalarından olan reislerinden gördüğü alaylı ve acımasız muamele Hz Muhammed'in derhal Mekke'ye geri dönmesini gerekli kıldı Hz Peygamber şehirden gizlice çıkmıştı Şayet bu durum Mekkelilerce öğrenilmişse onun gidişi ülke dışına kaçma olarak değerlendirilebilir ve kendisi siyasi suçlu sayılabilirdi Bu düşüncelerle Hz Peygamber şehre ancak bir eman ve himaye altında girmek gerektiğine kanaat getirerek müşriklerin ileri gelenlerinden Mut'ım b Adî'nin himayesini sağladı ve onun koruması altında şehre girdi Yıllar boyu Mekkelilerin İslam'a karşı gösterdiği kin; düşmanlık ve engellemeler, üç yıl süreyle devam eden ve insafsızca uygulanan toplumdan dışlanma ve muhasara olayı, ardından Ebû Talib'in ve Hz Hatice'nin vefatları dolayısıyla Hz Peygamber'in himayesiz kalması ve Mekkelilerin sataşmalarına maruz kalması, bunu takiben de Taif halkının horlayıcı tavrı, her ne kadar Allah Rasulünün ümit ve azmini kıramamış, davet şevk ve iştiyakını azaltamamış ise de, şüphesiz bir beşer olarak O'nu üzmüş ve rencide etmişti İşte böyle bir durumda Hz Peygamber'i sevindirecek ve Kur'an'dan sonra en büyük mucizelerinden biri olan bir mucize meydana geldi Cenab-ı Hak, Rasulünü teselli etmek, bunca gördüğü düşmanlıklara rağmen gösterdiği sabır ve sebat dolayısıyla O'nu taltif edip lütuf ve ikramda bulunmak üzere katına çağırdı ve Hz Peygamber'in İsra ve Miraç mucizesi gerçekleşti Bir gece vakti Hz Peygamber, bir an ifade edilebilecek çok kısa bir zaman dilimi içinde önce Mekke'den Kudüs'e gitti Oradan da göklere yükselerek Rabbinin huzuruna çıktı; dünya ötesi alemi, Cennet ve Cehennem'i müşahede etti Böylece ruhen takviye görmüş, Rabbi tarafından mükafaatlandırılmış olarak tekrar aynı anda Mekke'ye döndü Bu olaydan sonra Hz Peygamber (sas) İslamî tebliğine yine devam ediyordu Fakat İslam'ın kitlesi olacak zümreyi arayışı genellikle Mekke'ye dış kabilelerden hac, umre veya ticaret gibi maksatlarla gelen yabancılar arasında oluyordu Önceleri bu teşebbüsü bazen olaylı, bazen sert, nazik, veya mütereddit, ama hep menfi bir tavırla karşılanıyordu Ancak nübüvvetin onbirinci senesinde Medine'nin Hazrec kabilesinden altı kişi Akabe adı verilen yerde Hz Peygamber'le karşılaşıp kısa bir görüşmeden sonra O'na iman ettiler Bu altı Medineli, şehirlerine dönüşte Hazrec ve Evs kabileleri arasında İslam'ı yaydılar Ertesi senenin hac mevsiminde ikisi Evsli, onu Hazreçli oniki kişilik bir heyet yine Akabe'de Hz Peygamber'le buluşup O'na bey'at ettiler, l Akabe bey'atı olarak tarihlere geçen bu görüşmenin akabinde Hz Peygamber, İslam kadrosunun ilk elemanlarından Mus'ab b Umeyr'i davetçi olarak Medine'ye gönderiyordu Mus'ab'ın Medine'de bir yıl süreyle yaptığı faaliyet öylesine verimli olmuştu ki İslam'ın bahsedilmediği ve girmediği bir ev hemen hemen kalmamıştı ve Medineliler, Allah Rasulünü şehirlerine buyur edip O'nu koruma konusunda her tehlikeyi göze alacak bir kıvama erişmişlerdi Peygamberliğin onüçüncü yılında Medine'den gelen daha kalabalık bir heyet Akabe'de Hz Peygamber'le bir gece vakti gizlice buluşup II Akabe Bey'atı'nı gerçekleştiriyor ve şehirlerine göç ettiği takdirde Hz Peygaber'i ve Mekkeli müslümanları malları ve canlarını korudukları gibi koruyacaklarına and içiyorlardı, işte bu and ve karşılıklı söz vermelere İslam tarihinde "Akabe bey'atları" adı verilmiştir
ts_1967- çavuş
- Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 34
Nerden : istanbul
Rep puanı : 0
Kayıt tarihi : 10/09/08
Geri: Peygamberler Tarihi
Hicret ve İslam Devleti
Mekkeliler bu görüşmeleri haber aldıkları zaman başlatılan yeni baskılar, müslümanlara hicret kapılarını açtı Hz Peygamber'in izni ile Ashab-ı Kiram gruplar halinde ve çoğunlukla gizlice şehri terkedip Medine yolunu tuttular Artık şehirde Hz Peygamber ve ailesi, Hz Ali, Hz Ebûbekir ve ailesi ile hicrete imkan bulamamış olanlarla yakınları veya akrabaları tarafından hicretleri engellenmiş kimseler kalmıştı Müslümanların Medine'de toplanarak zinde bir güç oluşturmaları, Mekkelileri ürküten ve korkutan bir husus olmuştu Bu günlerde sık sık olağanüstü toplantılar yapan müşrikler, gizli bir celsede, karşılaşılan bu zor problemi çözme yollarını aradılar Yegane kurtuluş yolu olarak Hz Muhammed'in öldürülmesi görüldü Kararlaştırılan komplonun icrası için hazırlıklar yapılırken Cebrail (as) vasıtasıyla durumdan haberdar olan Hz Peygamber de hicret için hazırlığa koyuldu ve hicrette kendisine yol arkadaşlığı yapacak Hz Ebûbekir'le önceden hazırladığı plan gereğince geceleyin Mekke'yi terketti Uzun ve zaman zaman tehlikeli geçen yorucu bir yolculuktan sonra 8 Rebiulevvel pazartesi günü Medine'nin banliyösü Kubâ köyüne geldiği zaman Ensar ve Muhacirun'un O'nu karşılaması son derece heyecanlı ve içten olmuştu Hz Peygamber bu köy halkının ricası üzerine burada beş gün istirahat etti ve bu kısa istirahatı sırasında bilfiil kendisi de çalışarak bir mescid inşa ettirdi Kuba'ya gelişinin beşinci günü sabahleyin buradan ayrılarak Medine şehrine yöneldi Günlerden cuma idi Öğle vakti Ranuna adlı mevkiye gelindiği vakit Hz Peygamber burada durdu; ilk cuma hutbesini îrad etti ve ardından ilk cuma namazını kıldırdı Sonra yoluna devam etti Şehirde bir bayram havası vardı Büyük küçük herkes yollara dökülmüş, coşkun bir tezahürat, sevgi ve saygıyla Hz Peygamber'i karşılıyor, şehirilerine ve evlerine buyur ediyordu Hz Peygamber hiç kimsenin davetini reddetmiş olmamak ve hiç kimseyi kırmamak için uygun bir çare buldu ve üzerinde hicret ettiği devesi Kasvâ kendi haline bırakıldı; devenin çöktüğü yere en yakın evde Hz Peygamber misafir olacaktı Deve, şehrin orta tarafında iki yetim çocuğa ait boş bir arsada çöktü ve Hz Peygamber kendisine ait hane-i saadetleri inşa edilinceye kadar buraya evi en yakın olan Ebû Eyyûb Halid b Zeyd el-Ensarî Hazretlerinin evinde misafir kaldı Böylece Hz Peygamber'in hayatında ve davet faaliyetinde yeni bir dönem, Medine dönemi başlamış oluyordu Medine'de Hz Peygamber, İslam'a kucak açmış büyük bir kitleye kavuşmuştu; İslam'ın bağımsızlığı ve hakimiyetini ilan edeceği bir vatana da sahipti Artık yapılacak şey, bu vatan sathında İslam cemaatını teşkilatlandırmak, insanların birbirleri ile olan münasebetlerini hak ölçüleri içerisinde düzenlemek ve hakkın hakimiyetini sağlayarak etrafa yaymaktı Bunun için de bir devlete ihtiyaç vardı Peygamber Efendimiz bu ihtiyacı gayet iyi bildiğinden, artık Medine'ye hicretin ilk günlerinden itibaren O'nun davet merhaleleri arasında "devletleşme diye adlandırdığımız safhayı gerçekleştirmek üzere çaba sarfetti Kuruluş günlerini yaşayan İslam devleti'nin idare merkezi, hükümet binası, harp karargahı vs gibi çok önemli hizmetler verecek olan Mescid'i inşa etti Mescide bitişik olarak bina edilen suffa, İslam cemaatının bütün İslamî meselelerde eğitildiği ve gerekli bilgilerin öğretildiği önemli bir eğitim-öğretim müessesesi oldu Bu sıralarda okunmaya başlanan ezan, sadece namaz vaktinin geldiğini bildiren bir ilan değil, aynı zamanda İslam hakimiyetini aleme haykıran bir sembol ve şiar idi Komşu devletlerle münasebetlerin tanzimi için henüz hicri birinci senede ilk sınır tespiti gerçekleştirilmiş ve bu sınırlar içerisindeki müslümanların gücünü belirleme açısından Hz Peygamber'in emri üzerine nüfus sayımı yapılmıştı Ensar'dan bir kişi ile muhacirun'dan bir kişinin bir araya getirilerek İslam topluluğunun ikişer ikişer kardeşleştirilmesi ameliyesi demek olan muahat , başka bir çok faydaları yanısıra İslam Devleti'nin asıl unsurunu oluşturan müslümanlar arasında tam bir kaynaşma ve dayanışma sağlıyordu Yine aynı senede hazırlanan anayasa, müslümanların olduğu kadar Medine'de bulunan müşrikleri ve Yahudileri de kapsamına alarak Hz Peygamber'in devlet başkanlığını bu gayri müslim azınlıklara da kabul ettiriyor ve aynı ülkede yaşayan vatandaşlar olarak bu insanlar İslam'ın hakimiyet ve koruması altına alınarak devlet açısından güvenliğin sağlanması hedefleniyordu
Hz Peygamber, planlı ve sistemli bir şekilde İslam devletini teşekkül ettirmek için içte bu tedbirleri alırken, elbette ülke dışındaki güçleri de hesaba katmak gerekiyordu Bu bakımdan komşu devletleri tanımak, İslam varlığını onların resmen tanımalarını sağlamak, iyi ilişkiler kurarak İslam'ın yayılmasına imkan hazırlamak üzere Hz Muhammed, çevresindeki komşu kabileler ile ilişkiler kurdu Bu arada müslümanlar Mekke'de evlerini barklarını, mallarını mülklerini terkederek dinleri uğrunda yurtlarından ayrılmış olmalarına rağmen İslam'a kin ve husumetleri durmak bilmeyen Kureyş müşriklerinin düşmanca faaliyetleri, onlara yönelik bazı askerî seferler düzenlenmesini gerekli kıldı Hz Peygamber'in hicretinden sonra Kureyş ileri gelenleri Medine'deki Yahudi ve münafık reislerine mektuplar ve haberler göndererek onları İslam'a karşı kışkırtıyor, kendileriyle işbirliğine çağırıyor, ayrıca kendilerine yardımcı olmadıkları takdirde sadece Müslümanları yok etmekle kalmayacaktarı, onlara yataklık ettikleri için gayri müslim de olsa Medine'deki herkesi cezalandıracakları tehdidini savuruyorlardı Bu düşmanlık ve tehditler, sadece sözde kalmadı ve zamanla uygulamaya konuldu Hicretin üzerinden henüz yeni bir yıl geçmişti ki Kürz b Cabir el-Fihrî adlı bir müşrik, yanındakilerle birlikte Medine'nin dış meralarında otlayan sürülere bir baskın yaptı ve bir miktar zarara yol açtı Bunun üzerine Hz Peygamber, Kürz b Cabir'i takibe çıkmış, bu tür tecavüzlerin tekrarlanmaması için gerekli tedbirleri de almıştır, işte bu tedbirlerden biri olarak çıkarılan Abdullah b Cahş seriyyesinde ilk kez müslümanlarla müşrikler arasında çatışma çıktı ve kan döküldü (2/624) Bu çatışma sırasında müşrik ileri gelenlerinden Amr b el-Hadramî öldürülmüştü: Harp için zaten fırsat kollayan Mekke müşrikleri bunun intikamı için derhal harekete geçtiler Bu arada geliri ile harp masraflarını karşılamak üzere çıkarılan Ebû Süfyan kervanının Hz Peygamber tarafından takip altına alınması, Kureyş'ir harp niyetini hızlandırdı ve Bedir Gazvesi vuku buldu (2/624) Bedir harbi, müşriklerin tam bir hezimeti ile sonuçlanmış ve İslam devleti azılı bir çok düşmanından kurtulmuştu Bu arada Hz Peygamber'in İslam devleti'nin vatandaşları kabul ettiği, bu sebeple de kendiler ile anlaşma yaparak can ve mal güvenliklerini sağladığı din ve vicdan hürriyetlerini tanıdığı Yahudi kabilelerinden Kaynuka oğulları'nın serkeşlikleri ortaya çıktı Bedir savaşının sonucu karşısında duydukları üzüntü, Kureyşlilere ulaştırdıkları taziyeler, ikaz ve nasihatlara karşı serkeş tavırları ve bütün bunlara ilave olarak müslümanların ırz ve namuslarına tasallut edip bir de müslümanı öldürmeleri, Medine'den onların sürülmeleri neticesini doğurdu (2/624) Böylece İslam devleti bizzat içte önemli bir tehlikeyi ve bir çıbanbaşını bertaraf etmiş oluyordu Bunu izleyen yıllarda vuku bulan ve islam tarihi kaynaklarının bütün teferruatı ile naklettiği Uhud , Benu'n-Nadir, Benül-Mustalık, Hendek, Benü Kureyza Hayber, Mekke fethi, Huneyn, ve Tebük gibi büyük gazveler başta olmak üzere Hz Peygamber'in bütün seferleri ile çıkarılan bir seri seriyye hep İslam devtetinin giderek daha da güçlenmesini sağlamıştır Ayrıca bütün bu seferler ve muharebeler, Hz Peygamber'in eşsiz bir komuta gücüne, büyük bir sevk ve idare kaabiliyetine, ölçülmez bir cesaret ve şecaata sahip olduğunu ispatladı Yalnız bizzat Hz Peygamber'in hadislerinde: "Ben rahmet Peygamberiyim, ben harp peygamberiyim" (ibn Hanbel IV, 395; V, 405) şeklinde ifadesini bulduğu gibi, zaruri olduğu zaman harp peygamberi olan Hz Muhammed, aslında sulhu harbe daima tercih ediyordu
Mekkeliler bu görüşmeleri haber aldıkları zaman başlatılan yeni baskılar, müslümanlara hicret kapılarını açtı Hz Peygamber'in izni ile Ashab-ı Kiram gruplar halinde ve çoğunlukla gizlice şehri terkedip Medine yolunu tuttular Artık şehirde Hz Peygamber ve ailesi, Hz Ali, Hz Ebûbekir ve ailesi ile hicrete imkan bulamamış olanlarla yakınları veya akrabaları tarafından hicretleri engellenmiş kimseler kalmıştı Müslümanların Medine'de toplanarak zinde bir güç oluşturmaları, Mekkelileri ürküten ve korkutan bir husus olmuştu Bu günlerde sık sık olağanüstü toplantılar yapan müşrikler, gizli bir celsede, karşılaşılan bu zor problemi çözme yollarını aradılar Yegane kurtuluş yolu olarak Hz Muhammed'in öldürülmesi görüldü Kararlaştırılan komplonun icrası için hazırlıklar yapılırken Cebrail (as) vasıtasıyla durumdan haberdar olan Hz Peygamber de hicret için hazırlığa koyuldu ve hicrette kendisine yol arkadaşlığı yapacak Hz Ebûbekir'le önceden hazırladığı plan gereğince geceleyin Mekke'yi terketti Uzun ve zaman zaman tehlikeli geçen yorucu bir yolculuktan sonra 8 Rebiulevvel pazartesi günü Medine'nin banliyösü Kubâ köyüne geldiği zaman Ensar ve Muhacirun'un O'nu karşılaması son derece heyecanlı ve içten olmuştu Hz Peygamber bu köy halkının ricası üzerine burada beş gün istirahat etti ve bu kısa istirahatı sırasında bilfiil kendisi de çalışarak bir mescid inşa ettirdi Kuba'ya gelişinin beşinci günü sabahleyin buradan ayrılarak Medine şehrine yöneldi Günlerden cuma idi Öğle vakti Ranuna adlı mevkiye gelindiği vakit Hz Peygamber burada durdu; ilk cuma hutbesini îrad etti ve ardından ilk cuma namazını kıldırdı Sonra yoluna devam etti Şehirde bir bayram havası vardı Büyük küçük herkes yollara dökülmüş, coşkun bir tezahürat, sevgi ve saygıyla Hz Peygamber'i karşılıyor, şehirilerine ve evlerine buyur ediyordu Hz Peygamber hiç kimsenin davetini reddetmiş olmamak ve hiç kimseyi kırmamak için uygun bir çare buldu ve üzerinde hicret ettiği devesi Kasvâ kendi haline bırakıldı; devenin çöktüğü yere en yakın evde Hz Peygamber misafir olacaktı Deve, şehrin orta tarafında iki yetim çocuğa ait boş bir arsada çöktü ve Hz Peygamber kendisine ait hane-i saadetleri inşa edilinceye kadar buraya evi en yakın olan Ebû Eyyûb Halid b Zeyd el-Ensarî Hazretlerinin evinde misafir kaldı Böylece Hz Peygamber'in hayatında ve davet faaliyetinde yeni bir dönem, Medine dönemi başlamış oluyordu Medine'de Hz Peygamber, İslam'a kucak açmış büyük bir kitleye kavuşmuştu; İslam'ın bağımsızlığı ve hakimiyetini ilan edeceği bir vatana da sahipti Artık yapılacak şey, bu vatan sathında İslam cemaatını teşkilatlandırmak, insanların birbirleri ile olan münasebetlerini hak ölçüleri içerisinde düzenlemek ve hakkın hakimiyetini sağlayarak etrafa yaymaktı Bunun için de bir devlete ihtiyaç vardı Peygamber Efendimiz bu ihtiyacı gayet iyi bildiğinden, artık Medine'ye hicretin ilk günlerinden itibaren O'nun davet merhaleleri arasında "devletleşme diye adlandırdığımız safhayı gerçekleştirmek üzere çaba sarfetti Kuruluş günlerini yaşayan İslam devleti'nin idare merkezi, hükümet binası, harp karargahı vs gibi çok önemli hizmetler verecek olan Mescid'i inşa etti Mescide bitişik olarak bina edilen suffa, İslam cemaatının bütün İslamî meselelerde eğitildiği ve gerekli bilgilerin öğretildiği önemli bir eğitim-öğretim müessesesi oldu Bu sıralarda okunmaya başlanan ezan, sadece namaz vaktinin geldiğini bildiren bir ilan değil, aynı zamanda İslam hakimiyetini aleme haykıran bir sembol ve şiar idi Komşu devletlerle münasebetlerin tanzimi için henüz hicri birinci senede ilk sınır tespiti gerçekleştirilmiş ve bu sınırlar içerisindeki müslümanların gücünü belirleme açısından Hz Peygamber'in emri üzerine nüfus sayımı yapılmıştı Ensar'dan bir kişi ile muhacirun'dan bir kişinin bir araya getirilerek İslam topluluğunun ikişer ikişer kardeşleştirilmesi ameliyesi demek olan muahat , başka bir çok faydaları yanısıra İslam Devleti'nin asıl unsurunu oluşturan müslümanlar arasında tam bir kaynaşma ve dayanışma sağlıyordu Yine aynı senede hazırlanan anayasa, müslümanların olduğu kadar Medine'de bulunan müşrikleri ve Yahudileri de kapsamına alarak Hz Peygamber'in devlet başkanlığını bu gayri müslim azınlıklara da kabul ettiriyor ve aynı ülkede yaşayan vatandaşlar olarak bu insanlar İslam'ın hakimiyet ve koruması altına alınarak devlet açısından güvenliğin sağlanması hedefleniyordu
Hz Peygamber, planlı ve sistemli bir şekilde İslam devletini teşekkül ettirmek için içte bu tedbirleri alırken, elbette ülke dışındaki güçleri de hesaba katmak gerekiyordu Bu bakımdan komşu devletleri tanımak, İslam varlığını onların resmen tanımalarını sağlamak, iyi ilişkiler kurarak İslam'ın yayılmasına imkan hazırlamak üzere Hz Muhammed, çevresindeki komşu kabileler ile ilişkiler kurdu Bu arada müslümanlar Mekke'de evlerini barklarını, mallarını mülklerini terkederek dinleri uğrunda yurtlarından ayrılmış olmalarına rağmen İslam'a kin ve husumetleri durmak bilmeyen Kureyş müşriklerinin düşmanca faaliyetleri, onlara yönelik bazı askerî seferler düzenlenmesini gerekli kıldı Hz Peygamber'in hicretinden sonra Kureyş ileri gelenleri Medine'deki Yahudi ve münafık reislerine mektuplar ve haberler göndererek onları İslam'a karşı kışkırtıyor, kendileriyle işbirliğine çağırıyor, ayrıca kendilerine yardımcı olmadıkları takdirde sadece Müslümanları yok etmekle kalmayacaktarı, onlara yataklık ettikleri için gayri müslim de olsa Medine'deki herkesi cezalandıracakları tehdidini savuruyorlardı Bu düşmanlık ve tehditler, sadece sözde kalmadı ve zamanla uygulamaya konuldu Hicretin üzerinden henüz yeni bir yıl geçmişti ki Kürz b Cabir el-Fihrî adlı bir müşrik, yanındakilerle birlikte Medine'nin dış meralarında otlayan sürülere bir baskın yaptı ve bir miktar zarara yol açtı Bunun üzerine Hz Peygamber, Kürz b Cabir'i takibe çıkmış, bu tür tecavüzlerin tekrarlanmaması için gerekli tedbirleri de almıştır, işte bu tedbirlerden biri olarak çıkarılan Abdullah b Cahş seriyyesinde ilk kez müslümanlarla müşrikler arasında çatışma çıktı ve kan döküldü (2/624) Bu çatışma sırasında müşrik ileri gelenlerinden Amr b el-Hadramî öldürülmüştü: Harp için zaten fırsat kollayan Mekke müşrikleri bunun intikamı için derhal harekete geçtiler Bu arada geliri ile harp masraflarını karşılamak üzere çıkarılan Ebû Süfyan kervanının Hz Peygamber tarafından takip altına alınması, Kureyş'ir harp niyetini hızlandırdı ve Bedir Gazvesi vuku buldu (2/624) Bedir harbi, müşriklerin tam bir hezimeti ile sonuçlanmış ve İslam devleti azılı bir çok düşmanından kurtulmuştu Bu arada Hz Peygamber'in İslam devleti'nin vatandaşları kabul ettiği, bu sebeple de kendiler ile anlaşma yaparak can ve mal güvenliklerini sağladığı din ve vicdan hürriyetlerini tanıdığı Yahudi kabilelerinden Kaynuka oğulları'nın serkeşlikleri ortaya çıktı Bedir savaşının sonucu karşısında duydukları üzüntü, Kureyşlilere ulaştırdıkları taziyeler, ikaz ve nasihatlara karşı serkeş tavırları ve bütün bunlara ilave olarak müslümanların ırz ve namuslarına tasallut edip bir de müslümanı öldürmeleri, Medine'den onların sürülmeleri neticesini doğurdu (2/624) Böylece İslam devleti bizzat içte önemli bir tehlikeyi ve bir çıbanbaşını bertaraf etmiş oluyordu Bunu izleyen yıllarda vuku bulan ve islam tarihi kaynaklarının bütün teferruatı ile naklettiği Uhud , Benu'n-Nadir, Benül-Mustalık, Hendek, Benü Kureyza Hayber, Mekke fethi, Huneyn, ve Tebük gibi büyük gazveler başta olmak üzere Hz Peygamber'in bütün seferleri ile çıkarılan bir seri seriyye hep İslam devtetinin giderek daha da güçlenmesini sağlamıştır Ayrıca bütün bu seferler ve muharebeler, Hz Peygamber'in eşsiz bir komuta gücüne, büyük bir sevk ve idare kaabiliyetine, ölçülmez bir cesaret ve şecaata sahip olduğunu ispatladı Yalnız bizzat Hz Peygamber'in hadislerinde: "Ben rahmet Peygamberiyim, ben harp peygamberiyim" (ibn Hanbel IV, 395; V, 405) şeklinde ifadesini bulduğu gibi, zaruri olduğu zaman harp peygamberi olan Hz Muhammed, aslında sulhu harbe daima tercih ediyordu
ts_1967- çavuş
- Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 34
Nerden : istanbul
Rep puanı : 0
Kayıt tarihi : 10/09/08
Geri: Peygamberler Tarihi
Hz Peygamber'in duyduğu sulh arzusu, hicretin altıncı yılı sonlarında Kureyş'le imzalanan Hudeybiye Musâlahası'nda Kureyş'in ileri sürdüğü, ilk bakışta müslümanlar açısından çok ağır görünen ve hatta Hz Ömer'in dilinde ifadesini bulduğu üzere Ashabı kiram tarafından "zillet" gibi kabul edilen bir takım şartlar O'nun kabülünü gerektirmişti Gerçekte bu şartlar daha sonra tamamıyla müslümanların lehine dönüşmüş ve Hudeybiye barış anlaşması "apaçık bir fetih"olmuştu (el-Fetih-48/1 ayetinde bu hususa işaret olunmaktadır) Bu barış sayesindedir ki Kureyş'in İslam'a düşmanlıkta baş çeken reisleri İslam saflarında yer almaya başladı Yine bu musalaha sayesindedir ki, İslam'ın sesi baştan başa Arap Yarımadası'na ulaştığı gibi Bizans, İran, Habeşistan ve Mısır gibi güçlü ülkelere iletildi ve cihanşümul İslam daveti hızla ilerlemeye başladı
Bu arada Hicretin sekizinci senesinde Mekke'nin fethedilmiş olması ve Mekke halkının tamamıyla İslamiyet kabul etmeleri sebebiyle müslümanlara hac etme imkanı doğmuştu Ancak Arap Yarımadası'nda hala mevcut müşrik Araplar da kutsal bir ibadet sayarak Mekke'ye hac yapmaya geleceklerinden ve hac sırasında cahiliye adetlerini irtikap edeceklerinden Hz Peygamber müşriklerle bir arada bizzat kendisi hac yapmayı uygun bulmadı Fakat haccetmek isteyenlere de engel olmayarak başlarına Hz Ebubekir'i hac emîri tayin etti İşte böylece hicretin dokuzuncu yılı hac mevsiminde bazı sahabiler haccetmek üzere Medine'den yola çıkmışlardı; ki, Hz Peygamber'e Tevbe (Berâe) Suresi'nin ilk otuzaltı ayeti nazil oldu Bu ayetler müşriklere verilecek bir ültimatom ve notayı ihtiva ediyor; bundan böyle hac içinde olsa hiç bir gayri müslimin Mekke harem bölgesine giremeyeceği, eskiden cahiliye döneminde Arapların yaptığı şekilde Kabe'nin çırılçıplak tavaf edilmesi adetinin kaldırıldığı; İslam devleti ile andlaşması bulunan müşrikler ile münasebetlerin antlaşma süresi doluncaya kadar andlaşmada belirlenen esaslar içerisinde sürdürüleceği, antlaşma süresi dolunca yeni bir antlaşma cihetine gidilmeyeceği ve bu durumdaki kabilelerin ya müslüman olmak ya da İslam'a düşmanlığı kabul etmek şıklarından birisi ile karşı karşıya kalacakları, antlaşması olmayan veya süresinden evvel antlaşmayı bozmuş olan müşrik Araplara ise dört aylık bir mühletin verildiği, bu mühletin sonunda bu kabilelerin de ya müslüman olmayı ya da İslam'a düşmanlığı kabul durumunda olacakları hükümlerini getiriyordu İşte bu hükümler, yapılan hac sırasında Arap Yarımadasının muhtelif yerlerinden hac etmeye gelmiş farklı kabilelere mensup müşrik Araplara, Hz Peygamber'in görevlendirdiği Hz Ali tarafından tebliğ edildi Bu ültimatomu alan müşrik Araplar hac sonrasında memleketlerine döndükleri zaman tüm kabile mensupları ile bir durum değerlendirmesi yaptılar ve bu sıralarda Hz Peygamber'in gönderdiği İslam'ı tebliğ eden gruplara ve görevlilere İslam'ı kabul ettiklerini bildirerek İslam devleti'nin hakimiyetine girdiler Böylece Hz Peygamber hicretin onuncu senesinde İslam dinini ve islam hakimiyetini baştanbaşa tüm Arap Yarımadası'na ulaştırmış, görevini layıkıyla yerine getirmiş oluyordu
Tamamlanan İslam İnkılabı ve Hz Peygamber'in Vefatı
Zamana ve zemine uygun bir şekilde nerede nasıl hareket edeceğini gayet mükemmel hesap eden ve planlı bir strateji uygulayan Hz Muhammed, yirmi üç yıl gibi kısa bir sürede tarihte eşine rastlanılmayacak büyük bir inkılabı gerçekleştirmişti Kırk yaşında peygamberlik görevine başladığı zaman yapayalnızdı, güçsüzdü, maddi imkanları yoktu Buna mukabil, mücadeleye giriştiği toplum, tasavvur edilebilecek en aşağı seviyede bulunuyordu Müşriklerin inanç ve ibadetleri son derece mantıksız ve gülünçtü; ahlak telakkileri müptezeldi; hak, adalet anlayışları zulmün göstergesiydi; menfaatler her şeyin üstünde tutuluyordu Böyle bir ortamda Hz Peygamber'in yılmadan yorulmadan, büyük bir azim ve iştiyakta yürüttüğü İslam daveti, yirmiüç senede öyle bir sonuç verdi ki; artık o dönemden "Asr-ı Saadet" "Saadet asrı" diye bahsetmek gerekecekti Hz Peygamber gerçekleştirdiği bu büyük inkılabın heyecanı ve görevini layıkıyla yapmış olmanın huzur ve mutluluğu içerisinde kendisine iman edenleri hicrî onuncu senenin hac mevsiminde hac yapmak üzere Mekke'de topladığı zaman, genellikle kabul edildiğine göre, etrafında 114000 sahabi vardı Bu hac, Hz Peygamber'in son haccı olduğu için ve yaptıkları konuşmalarında bir bakıma ashabına veda ettiğinden "veda haccı" diye adlandırılmıştır Bu haccın yerine getirilişi sırasında Peygamber Efendimiz, muhtelif ibadet yerlerinde yaptığı konuşmalarında başlangıcından o güne kadar tebliğ ettiği hak dinin temel esas ve prensiplerini öz ve veciz ifadelerle, etrafını çevreleyen ashabının şahsında bütün ümmetine son bir kez daha takdim ediyor ve Rabbinden "Dinin artık tamam olduğu" mesajını alıyordu (el-Maide, 5/3) Hz Peygamber, Veda haccı'ndan Medine'ye döndükten sonra Üsame b Zeyd komutasında bir orduyu Bizans üzerine sevketmeye niyetlendi ve genç komutanını çağırarak gerekli talimatı verdi Ancak ordunun sefer hazırlıkları yapılırken Hz Peygamber'in başlayan rahatsızlığı gün geçtikçe şiddetlendi ve O'nu bîtab bir şekilde yatağa düşürdü Hastalığının ilk günlerinde namaz vakti olduğu zaman mescide çıkıp ashabına namaz kıldırıyordu Ama 8 Rebîulevvel perşembe günü akşam üzeri geçirdiği bir baygınlıktan sonra o günün yatsı namazından itibaren imamlık, Hz Peygamber'in emri ile Hz Ebûbekir'e havale edildi Hicrî onbirinci yılın 12 Rebîulevvel pazartesi günü kuşluk vaktinde de Kelime-i Tevhid getirerek ve Rabbini kasıtla:" Yüce dosta!" diyerek Rabbine kavuştu
Hz Peygamber'in cenazesinin hazırlanması, yıkanması, kefenlenmesi işlerini Hz Ali, Hz Abbas, Abbas'ın oğlu Fazl, Üsame b Zeyd gibi yakınları yerine getirdi Peygamberlerin vefat ettikleri yerde defnolunacaklarına dair Hz Ebubekir'in rivayet ettiği bir hadis dolayısıyla, Hz Peygamber'in vefat ettiği Hz Aişe'nin odasında bir kabir kazıldı Bu arada Ashab-ı kiram grup grup gelerek Rasul-ü Ekrem için cenaze namazı kıldılar Oda küçük olduğundan küçük cemaatlar halinde kılınan cenaze namazı bir hayli uzun sürmüştü Bu sebeple Hz Peygamber'in naşı ancak çarşamba günü gece vakti kabre indirilebildi
Peygamber Efendimiz vefat ettiklerinde 63 yaşında idi
Bu arada Hicretin sekizinci senesinde Mekke'nin fethedilmiş olması ve Mekke halkının tamamıyla İslamiyet kabul etmeleri sebebiyle müslümanlara hac etme imkanı doğmuştu Ancak Arap Yarımadası'nda hala mevcut müşrik Araplar da kutsal bir ibadet sayarak Mekke'ye hac yapmaya geleceklerinden ve hac sırasında cahiliye adetlerini irtikap edeceklerinden Hz Peygamber müşriklerle bir arada bizzat kendisi hac yapmayı uygun bulmadı Fakat haccetmek isteyenlere de engel olmayarak başlarına Hz Ebubekir'i hac emîri tayin etti İşte böylece hicretin dokuzuncu yılı hac mevsiminde bazı sahabiler haccetmek üzere Medine'den yola çıkmışlardı; ki, Hz Peygamber'e Tevbe (Berâe) Suresi'nin ilk otuzaltı ayeti nazil oldu Bu ayetler müşriklere verilecek bir ültimatom ve notayı ihtiva ediyor; bundan böyle hac içinde olsa hiç bir gayri müslimin Mekke harem bölgesine giremeyeceği, eskiden cahiliye döneminde Arapların yaptığı şekilde Kabe'nin çırılçıplak tavaf edilmesi adetinin kaldırıldığı; İslam devleti ile andlaşması bulunan müşrikler ile münasebetlerin antlaşma süresi doluncaya kadar andlaşmada belirlenen esaslar içerisinde sürdürüleceği, antlaşma süresi dolunca yeni bir antlaşma cihetine gidilmeyeceği ve bu durumdaki kabilelerin ya müslüman olmak ya da İslam'a düşmanlığı kabul etmek şıklarından birisi ile karşı karşıya kalacakları, antlaşması olmayan veya süresinden evvel antlaşmayı bozmuş olan müşrik Araplara ise dört aylık bir mühletin verildiği, bu mühletin sonunda bu kabilelerin de ya müslüman olmayı ya da İslam'a düşmanlığı kabul durumunda olacakları hükümlerini getiriyordu İşte bu hükümler, yapılan hac sırasında Arap Yarımadasının muhtelif yerlerinden hac etmeye gelmiş farklı kabilelere mensup müşrik Araplara, Hz Peygamber'in görevlendirdiği Hz Ali tarafından tebliğ edildi Bu ültimatomu alan müşrik Araplar hac sonrasında memleketlerine döndükleri zaman tüm kabile mensupları ile bir durum değerlendirmesi yaptılar ve bu sıralarda Hz Peygamber'in gönderdiği İslam'ı tebliğ eden gruplara ve görevlilere İslam'ı kabul ettiklerini bildirerek İslam devleti'nin hakimiyetine girdiler Böylece Hz Peygamber hicretin onuncu senesinde İslam dinini ve islam hakimiyetini baştanbaşa tüm Arap Yarımadası'na ulaştırmış, görevini layıkıyla yerine getirmiş oluyordu
Tamamlanan İslam İnkılabı ve Hz Peygamber'in Vefatı
Zamana ve zemine uygun bir şekilde nerede nasıl hareket edeceğini gayet mükemmel hesap eden ve planlı bir strateji uygulayan Hz Muhammed, yirmi üç yıl gibi kısa bir sürede tarihte eşine rastlanılmayacak büyük bir inkılabı gerçekleştirmişti Kırk yaşında peygamberlik görevine başladığı zaman yapayalnızdı, güçsüzdü, maddi imkanları yoktu Buna mukabil, mücadeleye giriştiği toplum, tasavvur edilebilecek en aşağı seviyede bulunuyordu Müşriklerin inanç ve ibadetleri son derece mantıksız ve gülünçtü; ahlak telakkileri müptezeldi; hak, adalet anlayışları zulmün göstergesiydi; menfaatler her şeyin üstünde tutuluyordu Böyle bir ortamda Hz Peygamber'in yılmadan yorulmadan, büyük bir azim ve iştiyakta yürüttüğü İslam daveti, yirmiüç senede öyle bir sonuç verdi ki; artık o dönemden "Asr-ı Saadet" "Saadet asrı" diye bahsetmek gerekecekti Hz Peygamber gerçekleştirdiği bu büyük inkılabın heyecanı ve görevini layıkıyla yapmış olmanın huzur ve mutluluğu içerisinde kendisine iman edenleri hicrî onuncu senenin hac mevsiminde hac yapmak üzere Mekke'de topladığı zaman, genellikle kabul edildiğine göre, etrafında 114000 sahabi vardı Bu hac, Hz Peygamber'in son haccı olduğu için ve yaptıkları konuşmalarında bir bakıma ashabına veda ettiğinden "veda haccı" diye adlandırılmıştır Bu haccın yerine getirilişi sırasında Peygamber Efendimiz, muhtelif ibadet yerlerinde yaptığı konuşmalarında başlangıcından o güne kadar tebliğ ettiği hak dinin temel esas ve prensiplerini öz ve veciz ifadelerle, etrafını çevreleyen ashabının şahsında bütün ümmetine son bir kez daha takdim ediyor ve Rabbinden "Dinin artık tamam olduğu" mesajını alıyordu (el-Maide, 5/3) Hz Peygamber, Veda haccı'ndan Medine'ye döndükten sonra Üsame b Zeyd komutasında bir orduyu Bizans üzerine sevketmeye niyetlendi ve genç komutanını çağırarak gerekli talimatı verdi Ancak ordunun sefer hazırlıkları yapılırken Hz Peygamber'in başlayan rahatsızlığı gün geçtikçe şiddetlendi ve O'nu bîtab bir şekilde yatağa düşürdü Hastalığının ilk günlerinde namaz vakti olduğu zaman mescide çıkıp ashabına namaz kıldırıyordu Ama 8 Rebîulevvel perşembe günü akşam üzeri geçirdiği bir baygınlıktan sonra o günün yatsı namazından itibaren imamlık, Hz Peygamber'in emri ile Hz Ebûbekir'e havale edildi Hicrî onbirinci yılın 12 Rebîulevvel pazartesi günü kuşluk vaktinde de Kelime-i Tevhid getirerek ve Rabbini kasıtla:" Yüce dosta!" diyerek Rabbine kavuştu
Hz Peygamber'in cenazesinin hazırlanması, yıkanması, kefenlenmesi işlerini Hz Ali, Hz Abbas, Abbas'ın oğlu Fazl, Üsame b Zeyd gibi yakınları yerine getirdi Peygamberlerin vefat ettikleri yerde defnolunacaklarına dair Hz Ebubekir'in rivayet ettiği bir hadis dolayısıyla, Hz Peygamber'in vefat ettiği Hz Aişe'nin odasında bir kabir kazıldı Bu arada Ashab-ı kiram grup grup gelerek Rasul-ü Ekrem için cenaze namazı kıldılar Oda küçük olduğundan küçük cemaatlar halinde kılınan cenaze namazı bir hayli uzun sürmüştü Bu sebeple Hz Peygamber'in naşı ancak çarşamba günü gece vakti kabre indirilebildi
Peygamber Efendimiz vefat ettiklerinde 63 yaşında idi
ts_1967- çavuş
- Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 34
Nerden : istanbul
Rep puanı : 0
Kayıt tarihi : 10/09/08
Geri: Peygamberler Tarihi
VEDA HUTBESİ
(Bu hutbe, MS 632 yılında Hz Muhammed (SAV) Efendimiz tarafından yüz bini aşkın müslümana irad edilmiştir Hz Muhammed (SAV) Allah'a hamd ve senâdan sonra şöyle buyurmuştur)
EY İNSANLAR!
Sözümü iyi dinleyinizBilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz İNSANLAR!
Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur
ASHABIM!
Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur
ASHABIM!
Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir
ASHABIM!
Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır
İNSANLAR!
Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!
İNSANLAR!
Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir
MÜ'MİNLER!
Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız O emanet Allah Kitabı Kur'andır MÜ'MİNLER! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun
ASHABIM!
Nefsinize zulmetmeyiniz Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır
İNSANLAR!
Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir Zina eden için mahrumiyet vardır Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder
İNSANLAR!
Rabbiniz birdir Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur İNSANLAR! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?
"-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz" (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu) Şahid ol yâ Rab! Şahid ol yâ Rab! Şahid ol yâ Rab!
Hz Peygamber'in Vücut özellikleri
Hz Peygamber, uzuna yakın orta boylu, pembemsi nuranî beyaz tenli olup iri yapılı idi Ama şişman değildi ve göbeği göğüs hizasından taşmazdı Uyumlu ve dengeli bir vücuda sahip olan Hz Peygamber'in başı irice olup O'na ayn bir güzellik ve heybet veriyordu Saçları kumral olup düz ile kıvırcık arasındaydı ve kulak yumuşağına kadar uzanırdı Saçını çoğu zaman tam ortasından ayırarak iki yana doğru tarardı Muntazam ve gür bir sakalı vardı Saç ve sakallarındaki beyaz tel sayısı vefat anlarında yirmiyi bulmuyordu Saç ve sakal bakımını asla ihmal etmez, yanında devamlı tarak bulundururdu Kaşlarının arası hafif aralıklı, gözleri siyah, burnunun üst tarafı gayet itidal üzere yüksekçe, dişleri muntazam ve tertemizdi Devamlı misvak kullanırdı Omuzlarının arası genişçe, omuz başları kalın, el ve ayakları enlice idi İki kürek kemiği arasında, keklik ya da güvercin yumurtası büyüklüğünde tüylerle kaplı kırmızımtırak bir ben vardı; ki, bu ben, peygamberlik mührü idi Yürürken adımlarını düzgünce kaldırarak atar, sanki yokuştan iniyormuşçasına önüne hafifçe eğilerek hızlıca yürürdü Peygamber Efendimiz, bedeninin, giyeceklerinin, yiyeceklerinin ve çevresinin temizliğine büyük bir önem ve itina gösterirdi
Hz Peygamber'in Şahsiyeti ve Ahlakı
Peygamber Efendimiz, bedenen olduğu kadar ahlak ve şahsiyeti itibariyle de insanların en mükemmelidir Bu hususta yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Şüphesiz ki sen, büyük bir ahlak üzeresin" (el-Ka-lem, 68/4) Bizzat Hz Peygamber; "Ben, ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" buyurmuştur (Muvatta', Husnü'1-Hulk, Biliyoruz ki, Peygamber Efendimiz çocukluğundan beri Cenab-ı Hakk'ın kontrol ve murakabesi altında idi Bu sebeple O; "Beni Rabbim terbiye etti ve güzel terbiye etti" buyurmuş (Süyüti, el-Ca-miu's-Sağîr 1/14); hayatı boyunca gayri İslamî ve gayri insanî hiç bir söz, davranış ve fiil ondan sadır olmamıştır Peygamberliğinden önce de doğru sözlülüğü, dürüstlüğü, ahde vefası, yardımseverliği ve her türlü güzel ahlakı ile takdirler kazanan ve KureyşIiler tarafından "el-Emîn = güvenilir kişi" ünvanına layık görülen Hz Muhammed, peygamberliğinden sonra da Rabbinin Kur'an'la mü'minlere ve bütün insanlara emrettiği tüm ahlakî değerlere sımsıkı sarılmış ve bunları büyük bir titizlikle harfiyyen yerine getirmiştir Bu bakımdan mü'minlerin annesi Hz Aişe'ye Ashab-ı kiram'dan birisi Hz Peygamber'in ahlakını sorduğu zaman, Hz Aişe; "O'nun ahlakı Kur'an idi" diye cevap vermişti (Müslim, Müsafirîn 136)
Peygamber Efendimiz, Allah'ın Rasulü ve islam devleti'nin başkanı olarak yönetimi elinde bulundurmasına rağmen, son derece mütevazî ve samimi idi Daima sade bir hayatı tercih ederdi Giyinişi, ev düzeni, yiyecekleri, tüm yaşayışı sade idi Zengin-fakir, küçük-büyük herkesle ilgilenir; hakka uygun olmak kaydıyla kendisine yapılan hiç bir müracaatı boş çevirmez, meşru istekleri mutlaka yerine getirirdi Son derece cömert ve iyilikseverdi Hiç kimseye kötülük yapmaz, kimsenin kötülüğünü istemez, kimse hakkında kötü söz söylemez, kimsenin gönlünü kırmaz, şahsiyetini rencide etmez, kimseyi hor ve hakir görmezdi Şayet kızar ve öfkelenirse; bu, şahsı açısından olmayıp Allah içindi Sevdiği, beğendiği, razı olduğu şeyleri de Allah rızası için severdi Cesaret ve şecaat, sabır, azim ve ümit, müsamaha ve iltifat, şefkat ve merhamet, O'nun belirgin ahlakî özellikleri idi Peygamberlerin temel vasıflarından birisi olarak parlak bir zekaya, keskin bir kavrama gücüne, eşsiz bir muhakeme kudretine, süratli bir intikal kabiliyetine sahipti En tehlikeli ve kritik anlarda dahi çaresizliğe düşmez, yapılabilecek en uygun davranışı uygular ve Cenab-ı Hakk'a tevekkül ederdi
İdareci Olarak Hz Muhammed (sav)
Kur'an-ı Kerîm'in ihtiva ettiği ayetler ve İslamiyet'in mahiyeti, insanların birbirleri ile olan münasebetlerini ve dünya hayatının da tanzimini gerekli kıldığından; Hz Peygamber, teşekkül ettirdiği İslam cemiyetini yönetecek esasları koyarak bizzat tatbik etmiş ve Medine'ye hicretten itibaren varlık kazanan İslam devleti'nin ilk başkanı olmuştu Hz Peygamber'de mevcut yüksek idarecilik kabiliyet ve özellikleri o andan itibaren daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır Tabilerini kendisine kayıtsız şartsız bağlama imkanına rağmen, Peygamber Efendimiz devlet yönetiminde cahiliye döneminin aksine, tebeası üzerinde tahakküm kurma cihetine gitmemiş; bu bakımdan, yönetimde ve yönetim anlayışında bir inkılap gerçekleştirmiştir Cahiliye döneminde Araplar kendilerini temsil ve idare eden kabile reisine kayıtsız şartsız bağlanarak haklıhaksız her hususta ona itaata mecbur tutulur ve reisin emir, fiil ve davranışlarına itiraz hakkına sahip bulunmazlardı Peygamber Efendimiz ise devlet yönetiminin temel esası olarak istişareyi kabul etmiş, Cenab-ı Hak'tan emir almadığı her hususta mutlaka ashabıyla istişare ederek durumu onların müzakeresine açmıştır Adalet ve hakkaniyet ölçülerine uyma, O'nun kaçınılmaz prensiplerinden idi Adalet önünde soy, mevki, makam, mal, mülk gibi farklılıklar gözetmez; hakkın yerini bulmasına gayret gösterirdi Kendisine, hırsızlık yapmış eşraftan Fatıma adlı bir kadın getirilmiş ve bazıları aracılık yaparak cezayı hafifletmek istemişlerdi Bunun üzerine Peygamber Efendimiz öfkelendi ve "Hırsızlık yaparak getirilen, kızım Fatıma dahi olsa elini keserdim" buyurdu (Buharî, Hudüd 12; Müslim, Hudüd 8,9) Devlet idaresi için çeşitli kademelerde görevli tayininde ehliyet ve liyakat esasına riayet eder; layık olan kişileri yaşları küçük olsa da, soylu ailelerden olmasalar bile görevlendirirdi Hak olan hususlarda kendisine ve görevlilerine itaat edilmesini ister; ancak hakka ve hakikata uymayan konularda tebeanın itaat mükellefiyetinde olmadıklarını belirtirdi Böylece hak sınırları içerisinde emîre itaati gerekli görmekle birlikte, halkı kendi hizmetine mecbur kişiler olarak görmez, kendini onların üstünde saymazdı; bilakis onların içinden, aralarından biri idi
Hz Peygamber'in devlet yönetimi, İslamî esasların bizzat kendisi ve tümü idi Pek çok Kur'an ayetinde ifade edildiği üzere (el-En'am, 6/57, 62; Yusuf 12/40, 67; el-Kasas, 28/70, 88), İslam idare sisteminde hakimiyet, hükümranlık, hüküm ve tam idare Allah'a ait idi Kanun koyma yetkisi de, bu bakımdan öncelikle Allah'ın vahiylerini ihtiva eden Kitab'a, yani Kur'an-ı Kerim'e mahsus bulunuyordu Bizzat Hz Peygamber ise ikinci sırada kanun koyucu durumundaydı Dinî meselelerde Hz Peygamber'in getirdiği hükümler ya Cebrail vasıtasıyla Cenab-ı Hak'tan aldığı, ama Kur'an'da yer almayan emirlere (vahy-i gayr-i metlüvv), dayanıyordu ya da bizzat kendi kararları idi Ama bizzat kendisine ait bu kararlarda Hz Peygamber'in bir yanılgısı söz konusu ise derhal Cenab-ı Hak tarafından ikaz ve tashih ediliyordu
Devlet başkanı olarak Hz Muhammed, toplumda müslümanlar arasında veya İslam devleti'nin tebeası durumunda bulunan gayr-i müslimler arasında çıkan anlaşmazlıkları, dava konusu olan problemleri de çözümlüyordu Bu gibi durumlarda davacıyı olduğu kadar davalıyı da dinliyor; yerine göre şahitlerin bilgisine başvuruyor, getirilen delilleri değerlendiriyor ve meseleyi fazla uzatmadan, sürüncemede bırakmadan, çoğu zaman hemen o anda, değilse en kısa zamanda çözüme bağlıyordu Taraflara hakkaniyet mefhumunun aşılanmasına büyük hassasiyet gösteriyor; kendisinin bir beşer olarak yapılan konuşmalara, getirilen delil ve gösterilen şahitlere göre hüküm vereceğini, gaybı bilemeyeceğini, bu durumda aslında haklı olmadığı halde kendisine bir hak verilmiş olanın gerçekte Cehennem ateşini almaktan başka bir kârı olmadığını belirtiyordu Davaların halini bazan ashabının ileri gelenlerine havale ettiği de olurdu Eyaletlere tayin edilen valiler HzPeygamber adına idareyi yürütüyor ve adliyeye taalluk eden meselelere bakıyorlardı
(Bu hutbe, MS 632 yılında Hz Muhammed (SAV) Efendimiz tarafından yüz bini aşkın müslümana irad edilmiştir Hz Muhammed (SAV) Allah'a hamd ve senâdan sonra şöyle buyurmuştur)
EY İNSANLAR!
Sözümü iyi dinleyinizBilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz İNSANLAR!
Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur
ASHABIM!
Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur
ASHABIM!
Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir
ASHABIM!
Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır
İNSANLAR!
Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!
İNSANLAR!
Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir
MÜ'MİNLER!
Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız O emanet Allah Kitabı Kur'andır MÜ'MİNLER! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun
ASHABIM!
Nefsinize zulmetmeyiniz Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır
İNSANLAR!
Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir Zina eden için mahrumiyet vardır Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder
İNSANLAR!
Rabbiniz birdir Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur İNSANLAR! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?
"-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz" (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu) Şahid ol yâ Rab! Şahid ol yâ Rab! Şahid ol yâ Rab!
Hz Peygamber'in Vücut özellikleri
Hz Peygamber, uzuna yakın orta boylu, pembemsi nuranî beyaz tenli olup iri yapılı idi Ama şişman değildi ve göbeği göğüs hizasından taşmazdı Uyumlu ve dengeli bir vücuda sahip olan Hz Peygamber'in başı irice olup O'na ayn bir güzellik ve heybet veriyordu Saçları kumral olup düz ile kıvırcık arasındaydı ve kulak yumuşağına kadar uzanırdı Saçını çoğu zaman tam ortasından ayırarak iki yana doğru tarardı Muntazam ve gür bir sakalı vardı Saç ve sakallarındaki beyaz tel sayısı vefat anlarında yirmiyi bulmuyordu Saç ve sakal bakımını asla ihmal etmez, yanında devamlı tarak bulundururdu Kaşlarının arası hafif aralıklı, gözleri siyah, burnunun üst tarafı gayet itidal üzere yüksekçe, dişleri muntazam ve tertemizdi Devamlı misvak kullanırdı Omuzlarının arası genişçe, omuz başları kalın, el ve ayakları enlice idi İki kürek kemiği arasında, keklik ya da güvercin yumurtası büyüklüğünde tüylerle kaplı kırmızımtırak bir ben vardı; ki, bu ben, peygamberlik mührü idi Yürürken adımlarını düzgünce kaldırarak atar, sanki yokuştan iniyormuşçasına önüne hafifçe eğilerek hızlıca yürürdü Peygamber Efendimiz, bedeninin, giyeceklerinin, yiyeceklerinin ve çevresinin temizliğine büyük bir önem ve itina gösterirdi
Hz Peygamber'in Şahsiyeti ve Ahlakı
Peygamber Efendimiz, bedenen olduğu kadar ahlak ve şahsiyeti itibariyle de insanların en mükemmelidir Bu hususta yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Şüphesiz ki sen, büyük bir ahlak üzeresin" (el-Ka-lem, 68/4) Bizzat Hz Peygamber; "Ben, ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" buyurmuştur (Muvatta', Husnü'1-Hulk, Biliyoruz ki, Peygamber Efendimiz çocukluğundan beri Cenab-ı Hakk'ın kontrol ve murakabesi altında idi Bu sebeple O; "Beni Rabbim terbiye etti ve güzel terbiye etti" buyurmuş (Süyüti, el-Ca-miu's-Sağîr 1/14); hayatı boyunca gayri İslamî ve gayri insanî hiç bir söz, davranış ve fiil ondan sadır olmamıştır Peygamberliğinden önce de doğru sözlülüğü, dürüstlüğü, ahde vefası, yardımseverliği ve her türlü güzel ahlakı ile takdirler kazanan ve KureyşIiler tarafından "el-Emîn = güvenilir kişi" ünvanına layık görülen Hz Muhammed, peygamberliğinden sonra da Rabbinin Kur'an'la mü'minlere ve bütün insanlara emrettiği tüm ahlakî değerlere sımsıkı sarılmış ve bunları büyük bir titizlikle harfiyyen yerine getirmiştir Bu bakımdan mü'minlerin annesi Hz Aişe'ye Ashab-ı kiram'dan birisi Hz Peygamber'in ahlakını sorduğu zaman, Hz Aişe; "O'nun ahlakı Kur'an idi" diye cevap vermişti (Müslim, Müsafirîn 136)
Peygamber Efendimiz, Allah'ın Rasulü ve islam devleti'nin başkanı olarak yönetimi elinde bulundurmasına rağmen, son derece mütevazî ve samimi idi Daima sade bir hayatı tercih ederdi Giyinişi, ev düzeni, yiyecekleri, tüm yaşayışı sade idi Zengin-fakir, küçük-büyük herkesle ilgilenir; hakka uygun olmak kaydıyla kendisine yapılan hiç bir müracaatı boş çevirmez, meşru istekleri mutlaka yerine getirirdi Son derece cömert ve iyilikseverdi Hiç kimseye kötülük yapmaz, kimsenin kötülüğünü istemez, kimse hakkında kötü söz söylemez, kimsenin gönlünü kırmaz, şahsiyetini rencide etmez, kimseyi hor ve hakir görmezdi Şayet kızar ve öfkelenirse; bu, şahsı açısından olmayıp Allah içindi Sevdiği, beğendiği, razı olduğu şeyleri de Allah rızası için severdi Cesaret ve şecaat, sabır, azim ve ümit, müsamaha ve iltifat, şefkat ve merhamet, O'nun belirgin ahlakî özellikleri idi Peygamberlerin temel vasıflarından birisi olarak parlak bir zekaya, keskin bir kavrama gücüne, eşsiz bir muhakeme kudretine, süratli bir intikal kabiliyetine sahipti En tehlikeli ve kritik anlarda dahi çaresizliğe düşmez, yapılabilecek en uygun davranışı uygular ve Cenab-ı Hakk'a tevekkül ederdi
İdareci Olarak Hz Muhammed (sav)
Kur'an-ı Kerîm'in ihtiva ettiği ayetler ve İslamiyet'in mahiyeti, insanların birbirleri ile olan münasebetlerini ve dünya hayatının da tanzimini gerekli kıldığından; Hz Peygamber, teşekkül ettirdiği İslam cemiyetini yönetecek esasları koyarak bizzat tatbik etmiş ve Medine'ye hicretten itibaren varlık kazanan İslam devleti'nin ilk başkanı olmuştu Hz Peygamber'de mevcut yüksek idarecilik kabiliyet ve özellikleri o andan itibaren daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır Tabilerini kendisine kayıtsız şartsız bağlama imkanına rağmen, Peygamber Efendimiz devlet yönetiminde cahiliye döneminin aksine, tebeası üzerinde tahakküm kurma cihetine gitmemiş; bu bakımdan, yönetimde ve yönetim anlayışında bir inkılap gerçekleştirmiştir Cahiliye döneminde Araplar kendilerini temsil ve idare eden kabile reisine kayıtsız şartsız bağlanarak haklıhaksız her hususta ona itaata mecbur tutulur ve reisin emir, fiil ve davranışlarına itiraz hakkına sahip bulunmazlardı Peygamber Efendimiz ise devlet yönetiminin temel esası olarak istişareyi kabul etmiş, Cenab-ı Hak'tan emir almadığı her hususta mutlaka ashabıyla istişare ederek durumu onların müzakeresine açmıştır Adalet ve hakkaniyet ölçülerine uyma, O'nun kaçınılmaz prensiplerinden idi Adalet önünde soy, mevki, makam, mal, mülk gibi farklılıklar gözetmez; hakkın yerini bulmasına gayret gösterirdi Kendisine, hırsızlık yapmış eşraftan Fatıma adlı bir kadın getirilmiş ve bazıları aracılık yaparak cezayı hafifletmek istemişlerdi Bunun üzerine Peygamber Efendimiz öfkelendi ve "Hırsızlık yaparak getirilen, kızım Fatıma dahi olsa elini keserdim" buyurdu (Buharî, Hudüd 12; Müslim, Hudüd 8,9) Devlet idaresi için çeşitli kademelerde görevli tayininde ehliyet ve liyakat esasına riayet eder; layık olan kişileri yaşları küçük olsa da, soylu ailelerden olmasalar bile görevlendirirdi Hak olan hususlarda kendisine ve görevlilerine itaat edilmesini ister; ancak hakka ve hakikata uymayan konularda tebeanın itaat mükellefiyetinde olmadıklarını belirtirdi Böylece hak sınırları içerisinde emîre itaati gerekli görmekle birlikte, halkı kendi hizmetine mecbur kişiler olarak görmez, kendini onların üstünde saymazdı; bilakis onların içinden, aralarından biri idi
Hz Peygamber'in devlet yönetimi, İslamî esasların bizzat kendisi ve tümü idi Pek çok Kur'an ayetinde ifade edildiği üzere (el-En'am, 6/57, 62; Yusuf 12/40, 67; el-Kasas, 28/70, 88), İslam idare sisteminde hakimiyet, hükümranlık, hüküm ve tam idare Allah'a ait idi Kanun koyma yetkisi de, bu bakımdan öncelikle Allah'ın vahiylerini ihtiva eden Kitab'a, yani Kur'an-ı Kerim'e mahsus bulunuyordu Bizzat Hz Peygamber ise ikinci sırada kanun koyucu durumundaydı Dinî meselelerde Hz Peygamber'in getirdiği hükümler ya Cebrail vasıtasıyla Cenab-ı Hak'tan aldığı, ama Kur'an'da yer almayan emirlere (vahy-i gayr-i metlüvv), dayanıyordu ya da bizzat kendi kararları idi Ama bizzat kendisine ait bu kararlarda Hz Peygamber'in bir yanılgısı söz konusu ise derhal Cenab-ı Hak tarafından ikaz ve tashih ediliyordu
Devlet başkanı olarak Hz Muhammed, toplumda müslümanlar arasında veya İslam devleti'nin tebeası durumunda bulunan gayr-i müslimler arasında çıkan anlaşmazlıkları, dava konusu olan problemleri de çözümlüyordu Bu gibi durumlarda davacıyı olduğu kadar davalıyı da dinliyor; yerine göre şahitlerin bilgisine başvuruyor, getirilen delilleri değerlendiriyor ve meseleyi fazla uzatmadan, sürüncemede bırakmadan, çoğu zaman hemen o anda, değilse en kısa zamanda çözüme bağlıyordu Taraflara hakkaniyet mefhumunun aşılanmasına büyük hassasiyet gösteriyor; kendisinin bir beşer olarak yapılan konuşmalara, getirilen delil ve gösterilen şahitlere göre hüküm vereceğini, gaybı bilemeyeceğini, bu durumda aslında haklı olmadığı halde kendisine bir hak verilmiş olanın gerçekte Cehennem ateşini almaktan başka bir kârı olmadığını belirtiyordu Davaların halini bazan ashabının ileri gelenlerine havale ettiği de olurdu Eyaletlere tayin edilen valiler HzPeygamber adına idareyi yürütüyor ve adliyeye taalluk eden meselelere bakıyorlardı
ts_1967- çavuş
- Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 34
Nerden : istanbul
Rep puanı : 0
Kayıt tarihi : 10/09/08
Geri: Peygamberler Tarihi
Eğitimci Olarak Hz Muhammed Hz Peygamber'in temel görevinin dinî ve dünyevî tüm meselelerde insanları eğitmek olduğu söylenebilir Bu bakımdan bizzat kendisi; "Ben ancak bir muallim olarak gönderildim" buyurmuştur (ibn Mace, Mukaddime 17) Hz Peygamberin eğitimi, insanlara her yönde faydalı bilgilerin kazandırılması ve kazanılan bilgilerin kişilerin hayatına yansıyarak faydalı hale gelmesi esasına dayanıyordu O, bir taraftan Cenab-ı Hakk'ın emrine uyarak; "Rabbim, benim ilmimi artır!" (Taha, 20/114) diye bilgisinin artırılması için Allah'a yalvarır ve bu uğurda çaba sarfederken, diğer taraftan; "Allahım, bana öğrettiğinle faydalanmayı nasîbet!" (İbn Mace, Mukaddime 23) diye yakarıyor; "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım" (Müslim, Zikr 73) diyerek de bilgiden maksadın faydalanmak ve faydalı olmak olduğunu belirtiyordu
Bu ölçüler içerisinde Peygamber Etendimiz ashabını Medine'ye hicretten önce Mekke döneminde Daru'l Er-kam'da, Hicretten sonra da Mescidü'n-Nebîde ve Suffa'da yoğun bir şekilde eğitim ve öğretime tabi tutmuştu Tabiatıyla eğitim, bütün bir hayatı ilgilendirdiğinden; Hz Peygamber evlerde, çarşıda, pazarda, yolda, bir sefer sırasında, harp halinde iken vesair durumlarda gerekli olan her yerde, her fırsat ve vesile ile eğitim görevini yerine getiriyordu Eğittiği kişilerin şahsî ihtiyaçları, ferdî farklılıkları, kabiliyet ve kapasiteleri Hz Peygamber tarafından göz önünde tutuluyordu Peygamber Efendimiz, kendisi haricinde eğitim ve öğretim için görevliler de tayin etmişti Okuma-yazma, basit matematik, Kur'an tilaveti, temel dinî bilgiler, hayatta uygulanacak pratik malumat bu şekilde öğretmenler tarafından veriliyordu O sıralarda Arap Yarımadası'nda okuma-yazma seviyesi son derece düşük olduğundan, yeterli müslüman öğretmenin bulunmadığı ilk yıllarda Hz Peygamber, gayr-i müslim öğretmenlerden istifade etmekte bir beis görmemişti Mesela Bedir gazvesinde müşriklerden elde edilen esirler arasında okuma-yazma bilenlerin, hürriyetlerine kavuşabilmeleri için, on müslümana okuma-yazma öğretmeleri şart koşulmuştu İlk yıllarda müslüman çocukları okuma-yazma öğrenmek üzere Medine Yahudilerine ait okullara gönderilmişti Peygamber Efendimiz kadınların eğitim ve öğretimi ile de meşgul oluyordu Haftanın sadece kadınlara ayırdığı bir gününde onlara konuşmalar yapıp ders veriyor, sorularını cevaplandırarak problemleri ile ilgileniyordu Ayrıca Hz Aişe başta olmak üzere Rasülüllah'ın zevceleri ve Ashabın alim hanımları öğretim faaliyetlerinde Hz Peygamber'e yardımcı oluyorlardı Bu bakımdan Peygamber Efendimiz henüz o sırada okuma-yazma bilmeyen zevcesi Hz Hafsa'ya okuma-yazma öğretmek üzere bir görevli tayin etmişti
Komutan Olarak Hz Muhammed (sav)
Kureyş müşrikleri başta olmak üzere İslam düşmanlarının faaliyetleri ve İslam'ın varlığına müsaade ve müsamaha göstermeyen tavırları, İslam'ın yeterli bir güç ve otoriteye kavuştuğu Medine'ye hicretten itibaren düşmana karşılık vermeyi gerekli kılmış ve bunun bir sonucu olmak üzere, Hz Peygamber'in hayatında savaşlar, kaçınılmaz olarak zaman zaman ortaya çıkıp hayatının sonuna kadar devam etmişti Bu sebeple tertiplenen askerî seferler göstermiştir ki; Hz Peygamber fevkalade yüksek bir komuta güç ve dirayetine, eşsiz bir askerî kabiliyete sahip idi Savaş usûl ve taktikleri, hücum, savunma ve manevra şekilleri konusunda mükemmel bilgileri, savaş araç ve gereçleri hususunda yeni gelişmeleri takip ederek başarı ile uygulama hassasiyeti vardı Son derece cesaretli ve şecaatli olduğundan Uhud ve Huneyn gazvelerinde olduğu gibi savaşın en hararetli ve kritik anlarında şiddetli düşman hücumları karşısında Ashabın tereddüte düştüğü, bazılarının dağıldığı sıralarda bile sebat gösterir, en tehlikeli anlarda Ashabı O'nun yanına sığınarak kendilerini korurlardı Son ana kadar savaşın kesin sonucu bilinemeyeceğinden, düşmanın muzaffer göründüğü durumlarda bile metanetini kaybetmez ve akl-ı selîm ile düşünerek dağılan kuvvetlerini toplayıp karşı taarruzu gerçekleştirerek üstünlük sağlardı İstihbaratın askerlikteki önemini gayet iyi bildiğinden cihad öncesinde, savaş sırasında ve sonrasında düşman faaliyetleri konusunda bilgiler toplamaya özen gösterir, küffar arasında devamlı istihbarat elemanları bulundururdu Zaman zaman bu maksatla ve çevre emniyetini sağlamak üzere keşif kolları da çıkarmıştır Sefer sırasında, özellikle mola verildiği anlarda ani bir düşman baskınından emin olabilmek üzere nöbetçiler çıkarır Müslümanların birbirleriyle anlaşmalarını sağlamak ve morallerini takviye etmek üzere savaş sırasında kullanılacak ve İslami unsurlar içeren parolalar belirlerdi Ayrıca Hz Peygamber'in her gazvesinde ve çıkardığı her seriyesinde sancak ve bayraklar kullanılmıştır O'nun yaptığı savaşlarda düşmanı tesirsiz hale getirecek baskın ve pusulara yer verildiği gibi, gerektiğinde düşman kuvvetlerin arasını açacak bir takım hilelere de başvurulabiliyordu Özellikle soğuk harple düşmanı yıpratma, psikolojik baskı altına alarak moral olarak mağlup etme ve böylece direnme gücünü kırma usulü Hz Peygamber tarafından uygulanmıştır Böylelikle mümkün olan en az ölçüde kan dökülerek düşman etkisiz hale getirilmiş oluyordu Esasen Hz Peygamber kan dökmekten asla hoşlanmazdı Başlangıçta savaşın çıkmaması için üzerine düşen tüm çabayı sarfediyor, sulh yollarını deneyip bu hususta düşman tarafa mutlaka teklifte bulunuyordu Bu bakımdan Hz Peygamber nazarında sulh asıl olup; harp, geçici idi Yalnız Hz Peygamber'in sulh anlayışı, çevrede hakim batıl güçlerin, idaresi altında bulunan halk üzerinde baskı kurarak, sultalarını sürdürüp zulüm ve haksızlık icra etmelerine seyirci kalmayı; insanların inanç ve düşünceleri sebebiyle takip altında tutulup baskıya, eziyet ve işkencelere maruz bırakılmalarına göz yummayı gerekli kılmıyordu Hz Peygamber'in sulh anlayışına göre; insanlar inançlarını belirlemede tamamıyla serbest tutulmalı, hür iradeleri ile diledikleri iman çizgisini hiç bir baskı söz konuşu olmaksızın bizzat kendileri belirlemeli idiler Elbette insanlara hak ve hidayet yolunu gösterecek İslam tebliğcileri de bu sulh vasatında hak ve hakikatin apaçık delillerini insanlara anlatarak, onları gerçeklere eriştirme görevini yerine getirecekler, ama hiç kimseyi İslam'a girme konusunda zorlamayacaklardı Ne var ki hakkın varlığını hazmedemeyen batıl gücün temsilcileri İslam'ın bu şekilde sulh içinde tebliğine engel olduklarından ve inananları baskılar altında tutarak onlara hayat hakkı tanımadıklarından, Hz Peygamber açısından harp kaçınılmaz oldu Bu durumunda bile Hz Peygamber kan dökülmesini istemiyor, bu konuda gerekli tedbirleri alıp lüzumlu emir ve talimatlarını veriyordu Mesela düşmanla karşı karşıya gelinip harp vaziyeti alındığı bir sırada dahi harp başlamadan önce düşman kuvvetlerini İslam'ı kabul etmeye mutlaka çağırır, bu teklif reddedilince sulha davet edip andlaşma yapma yolunu deneyerek savaşa sebebiyet vermemek ister; yaptığı barış ve itaat önerileri kabul edilmeyince savaşa artık düşman taraf sebep olduğu için çaresiz karşılık verirdi Ayrıca düşman saldırmadan, saldırıya geçmeme; harp sırasında harbe katılmayıp geride kalan kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara, din adamlarına dokunmama; savaş anında düşmanın hayati organlarını değil, el, ayak, bilek, dirsek, diz gibi mafsallarına hamlede bulunarak onları öldürmeksizin hareket kabiliyetinden mahrum edip etkisiz hale getirme; esir olup eman dileyene eman verme; cahiliye döneminde olduğu gibi düşman ölülerinin gözünü oyup kulağını burnunu kesip parmaklarını doğrayıp karnını yararak intikam duygularını tatmin etme yoluna gitmeme; yine cahiliye devrinde sırf intikam olsun ve kalan düşmanlara sıkıntı versin diye maktul düşen düşman ölülerini kızgın arazide kokuşup yırtıcı hayvanlara yem olarak bırakma şeklinde icra edilen gayr-i insanî uygulamanın terkedilerek düşman ölülerinin de defnedilmesi gibi emirleri, O'nun komutasında cereyan eden muharebelerde ve çıkardığı seriyyelerde verdiği talimat arasında yer almaktadır
Aile Reisi Olarak Hz Muhammed (sav)
Hz Peygamber, henüz gençlik yıllarında yirmi beş yaşında iken Mekke'de Hz Hatice ile evlenerek bir aile yuvası kurmuştu O sıralarda birden çok kadınla evlenmek, Araplar arasında son derece yaygın bir adet olmakla beraber Peygamber Efendimiz, Hz Hatice vefat edinceye kadar başka bir kadınla evlenmemişti Hz Hatice vefat ettiği zaman Peygamber Efendimiz elli yaşında idi Daha sonraki yıllarda özel bir takım sebep ve hikmetlerle Hz Peygamber birden çok kadınla evlendi Bu evliliğin sebeplerini, İslam düşmanlannın yaptığı gibi nefsanî ve şehevanî arzulara bağlamak asla doğru değildir Çünkü Hz Peygamber'in çok evliliği iddia edildiği gibi böyle bir sebebe bağlı olsaydı, bu evliliklerin Hz Peygamber'in söz konusu arzuyu daha ziyade duyacağı gençlik yıllarında ve ilk evliliğini hemen takip eden seneler içerisinde cereyan etmesi gerekirdi Halbuki Hz Peygamber, tam yirmi beş yıl sadece Hz Hatice ile evli kalmış, onun vefatından sonra kendisi elli yaşını geçmiş olduğu halde şartlar gerekli kıldığı için yeni evlilikler yapmıştı Bazan evlilik dolayısıyla temas kurulan ve yakınlık sağlanan yeni kitlelere İslam'ın iletilebilmesi düşüncesi, bazan evleneceği zeki, kabiliyetli ve bilgili eşi vasıtasıyla kadınları İslami esaslara göre daha rahat eğitebilme arzusu, bazan savaş dolayısıyla ortaya çıkan şiddetli düşmanlık ve kini onlar arasından evlilik yaparak bertaraf edip muhatap kitlelerini celbetme lüzumu, bazan İslam hukukunun getirdiği yeni bir hükmü bizzat Hz Peygamber'in tatbik ederek topluma örnek olma zorunluluğu gibi dinî, siyasî, hukukî, sosyal bir çok sebep ve hikmet Hz Peygamber'in çok evlenmesini gerekli kılmıştı Peygamber Efendimizin zevcelerinin toplam sayısı on bir olup şunlardı: Hatice bint Huveylid, Sevde bint Zem'a, Âişe bint Ebûbekir, Hafsa bint Ömer, Zeyneb bint Huzeyme, Ümmü Seleme bint Ebû Ümeyye, Zeyneb bint Cahş, Cüveyriye bint elHaris, Ümmü Habîbe bint Ebu Süfyan, Safiyye bint Huyey ve Meynûne bint el-Haris Reyhâne ve Mâriye ise cariyeleri idi Hz Peygamber'in zevcelerinden Hz Hatice, Mekke'de peygamberliğin onuncu yılında, Zeyneb bint Huzeyme ise Medine'de Hicretin dördüncü yılında vefat etmişti Bu sebeple Peygamber Efendimizin bir arada dokuz eşi bulunmuş ve bu sayıya da vefatına yakın bir zamana varıncaya kadar uzun bir sürede evlilik zarureti çıktıkça aralıklarla ulaşılmıştır Hz Peygamber'in bu zevcelerinden Hz Aişe dışındakilerin tamamı Rasülullah ile evlendikleri sırada dul idiler ve pek çoğunun eski eşlerinden çocukları vardı; üstelik çoğu yaşlı da idi Bu durum da, Hz Peygamber'in evliliğini gerekli kılan özel bir takım sebep ve hikmetlerin mevcut olduğunun delilidir Hz Peygamber'in hanımlarının Mescid'e bitişik olarak inşa edilmiş birer odaları vardı Peygamber Efendimiz her gün sıra île bir eşinin yanında kalırdı Hepsine karşı güler yüzlü davranır, ilgi gösterir, ev işlerinde onlara yardım eder, söküklerini kendisi dikiverir, aralarında adaletle muamelede bulunur, hiç birine diğerinden ayrı davranmazdı Zaman zaman onlarla şakalaşır, gönüllerini alırdı Hayatı boyunca Hz Peygamber'den hanımlarına karşı kötü bir söz veya davranış sadır olmamıştır Peygamber Efendimiz, hizmetinde bulunan görevlilere, karşı da asla sert ve haşin davranmaz; kendi yediklerinden onlara da yedirir, giydiklerinden onlara da giydirirdi Küçük birer odadan ibaret olan hane-i saadetleri son derece sade, ama temiz idi Bazan bir hasır, bazan yünden dokunmuş bir ihram, bazan da içi hurma lifleri ile doldurulmuş deri kaplı bir yatak Hz Peygamber'in oda döşemesini ve yatağını oluşturuyordu Her konuda olduğu gibi bu hususta da lüks ve israftan kaçınarak sadeliği tercih eden Hz Peygamber, bazı zevcelerinde görülen daha iyi imkanlarla daha müreffeh bir yaşayış arzu ve isteği üzerine Kur'an'da da temas edildiği üzere "Şayet dünya hayatını ve süslerini istiyorlarsa bağışta bulunarak kendilerini güzellikle salıvereceğini, ama şayet Allah'ı, peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorlarsa Allah'ın iyi davrananlar için büyük bir mükafaat hazırladığını" (el-Ahzab, 33/28-29) belirterek tavrını açıkça ortaya koymuştu Tabiî ki Hz Peygamber'in zevceleri bu ikaz üzerine beşer olma sıfatıyla bir an için içlerinden geçen daha rahat yaşama arzu ve isteğini terkedip Hz Peygamber'in yanında kalmayı ve O'nun sade yaşayışına ortak olmayı dünya lüksüne tercih ettiler
Peygamber Efendimiz, aile hayatında, özel yaşayışında ahlakında, dini tebliğinde, devlet idaresi ve askerî komutasında, eğitim ve öğretiminde, kısacası tüm sözleri, hareketleri ve davranışlarında bütün müslümanlar için güzel bir örnek idi
Bu ölçüler içerisinde Peygamber Etendimiz ashabını Medine'ye hicretten önce Mekke döneminde Daru'l Er-kam'da, Hicretten sonra da Mescidü'n-Nebîde ve Suffa'da yoğun bir şekilde eğitim ve öğretime tabi tutmuştu Tabiatıyla eğitim, bütün bir hayatı ilgilendirdiğinden; Hz Peygamber evlerde, çarşıda, pazarda, yolda, bir sefer sırasında, harp halinde iken vesair durumlarda gerekli olan her yerde, her fırsat ve vesile ile eğitim görevini yerine getiriyordu Eğittiği kişilerin şahsî ihtiyaçları, ferdî farklılıkları, kabiliyet ve kapasiteleri Hz Peygamber tarafından göz önünde tutuluyordu Peygamber Efendimiz, kendisi haricinde eğitim ve öğretim için görevliler de tayin etmişti Okuma-yazma, basit matematik, Kur'an tilaveti, temel dinî bilgiler, hayatta uygulanacak pratik malumat bu şekilde öğretmenler tarafından veriliyordu O sıralarda Arap Yarımadası'nda okuma-yazma seviyesi son derece düşük olduğundan, yeterli müslüman öğretmenin bulunmadığı ilk yıllarda Hz Peygamber, gayr-i müslim öğretmenlerden istifade etmekte bir beis görmemişti Mesela Bedir gazvesinde müşriklerden elde edilen esirler arasında okuma-yazma bilenlerin, hürriyetlerine kavuşabilmeleri için, on müslümana okuma-yazma öğretmeleri şart koşulmuştu İlk yıllarda müslüman çocukları okuma-yazma öğrenmek üzere Medine Yahudilerine ait okullara gönderilmişti Peygamber Efendimiz kadınların eğitim ve öğretimi ile de meşgul oluyordu Haftanın sadece kadınlara ayırdığı bir gününde onlara konuşmalar yapıp ders veriyor, sorularını cevaplandırarak problemleri ile ilgileniyordu Ayrıca Hz Aişe başta olmak üzere Rasülüllah'ın zevceleri ve Ashabın alim hanımları öğretim faaliyetlerinde Hz Peygamber'e yardımcı oluyorlardı Bu bakımdan Peygamber Efendimiz henüz o sırada okuma-yazma bilmeyen zevcesi Hz Hafsa'ya okuma-yazma öğretmek üzere bir görevli tayin etmişti
Komutan Olarak Hz Muhammed (sav)
Kureyş müşrikleri başta olmak üzere İslam düşmanlarının faaliyetleri ve İslam'ın varlığına müsaade ve müsamaha göstermeyen tavırları, İslam'ın yeterli bir güç ve otoriteye kavuştuğu Medine'ye hicretten itibaren düşmana karşılık vermeyi gerekli kılmış ve bunun bir sonucu olmak üzere, Hz Peygamber'in hayatında savaşlar, kaçınılmaz olarak zaman zaman ortaya çıkıp hayatının sonuna kadar devam etmişti Bu sebeple tertiplenen askerî seferler göstermiştir ki; Hz Peygamber fevkalade yüksek bir komuta güç ve dirayetine, eşsiz bir askerî kabiliyete sahip idi Savaş usûl ve taktikleri, hücum, savunma ve manevra şekilleri konusunda mükemmel bilgileri, savaş araç ve gereçleri hususunda yeni gelişmeleri takip ederek başarı ile uygulama hassasiyeti vardı Son derece cesaretli ve şecaatli olduğundan Uhud ve Huneyn gazvelerinde olduğu gibi savaşın en hararetli ve kritik anlarında şiddetli düşman hücumları karşısında Ashabın tereddüte düştüğü, bazılarının dağıldığı sıralarda bile sebat gösterir, en tehlikeli anlarda Ashabı O'nun yanına sığınarak kendilerini korurlardı Son ana kadar savaşın kesin sonucu bilinemeyeceğinden, düşmanın muzaffer göründüğü durumlarda bile metanetini kaybetmez ve akl-ı selîm ile düşünerek dağılan kuvvetlerini toplayıp karşı taarruzu gerçekleştirerek üstünlük sağlardı İstihbaratın askerlikteki önemini gayet iyi bildiğinden cihad öncesinde, savaş sırasında ve sonrasında düşman faaliyetleri konusunda bilgiler toplamaya özen gösterir, küffar arasında devamlı istihbarat elemanları bulundururdu Zaman zaman bu maksatla ve çevre emniyetini sağlamak üzere keşif kolları da çıkarmıştır Sefer sırasında, özellikle mola verildiği anlarda ani bir düşman baskınından emin olabilmek üzere nöbetçiler çıkarır Müslümanların birbirleriyle anlaşmalarını sağlamak ve morallerini takviye etmek üzere savaş sırasında kullanılacak ve İslami unsurlar içeren parolalar belirlerdi Ayrıca Hz Peygamber'in her gazvesinde ve çıkardığı her seriyesinde sancak ve bayraklar kullanılmıştır O'nun yaptığı savaşlarda düşmanı tesirsiz hale getirecek baskın ve pusulara yer verildiği gibi, gerektiğinde düşman kuvvetlerin arasını açacak bir takım hilelere de başvurulabiliyordu Özellikle soğuk harple düşmanı yıpratma, psikolojik baskı altına alarak moral olarak mağlup etme ve böylece direnme gücünü kırma usulü Hz Peygamber tarafından uygulanmıştır Böylelikle mümkün olan en az ölçüde kan dökülerek düşman etkisiz hale getirilmiş oluyordu Esasen Hz Peygamber kan dökmekten asla hoşlanmazdı Başlangıçta savaşın çıkmaması için üzerine düşen tüm çabayı sarfediyor, sulh yollarını deneyip bu hususta düşman tarafa mutlaka teklifte bulunuyordu Bu bakımdan Hz Peygamber nazarında sulh asıl olup; harp, geçici idi Yalnız Hz Peygamber'in sulh anlayışı, çevrede hakim batıl güçlerin, idaresi altında bulunan halk üzerinde baskı kurarak, sultalarını sürdürüp zulüm ve haksızlık icra etmelerine seyirci kalmayı; insanların inanç ve düşünceleri sebebiyle takip altında tutulup baskıya, eziyet ve işkencelere maruz bırakılmalarına göz yummayı gerekli kılmıyordu Hz Peygamber'in sulh anlayışına göre; insanlar inançlarını belirlemede tamamıyla serbest tutulmalı, hür iradeleri ile diledikleri iman çizgisini hiç bir baskı söz konuşu olmaksızın bizzat kendileri belirlemeli idiler Elbette insanlara hak ve hidayet yolunu gösterecek İslam tebliğcileri de bu sulh vasatında hak ve hakikatin apaçık delillerini insanlara anlatarak, onları gerçeklere eriştirme görevini yerine getirecekler, ama hiç kimseyi İslam'a girme konusunda zorlamayacaklardı Ne var ki hakkın varlığını hazmedemeyen batıl gücün temsilcileri İslam'ın bu şekilde sulh içinde tebliğine engel olduklarından ve inananları baskılar altında tutarak onlara hayat hakkı tanımadıklarından, Hz Peygamber açısından harp kaçınılmaz oldu Bu durumunda bile Hz Peygamber kan dökülmesini istemiyor, bu konuda gerekli tedbirleri alıp lüzumlu emir ve talimatlarını veriyordu Mesela düşmanla karşı karşıya gelinip harp vaziyeti alındığı bir sırada dahi harp başlamadan önce düşman kuvvetlerini İslam'ı kabul etmeye mutlaka çağırır, bu teklif reddedilince sulha davet edip andlaşma yapma yolunu deneyerek savaşa sebebiyet vermemek ister; yaptığı barış ve itaat önerileri kabul edilmeyince savaşa artık düşman taraf sebep olduğu için çaresiz karşılık verirdi Ayrıca düşman saldırmadan, saldırıya geçmeme; harp sırasında harbe katılmayıp geride kalan kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara, din adamlarına dokunmama; savaş anında düşmanın hayati organlarını değil, el, ayak, bilek, dirsek, diz gibi mafsallarına hamlede bulunarak onları öldürmeksizin hareket kabiliyetinden mahrum edip etkisiz hale getirme; esir olup eman dileyene eman verme; cahiliye döneminde olduğu gibi düşman ölülerinin gözünü oyup kulağını burnunu kesip parmaklarını doğrayıp karnını yararak intikam duygularını tatmin etme yoluna gitmeme; yine cahiliye devrinde sırf intikam olsun ve kalan düşmanlara sıkıntı versin diye maktul düşen düşman ölülerini kızgın arazide kokuşup yırtıcı hayvanlara yem olarak bırakma şeklinde icra edilen gayr-i insanî uygulamanın terkedilerek düşman ölülerinin de defnedilmesi gibi emirleri, O'nun komutasında cereyan eden muharebelerde ve çıkardığı seriyyelerde verdiği talimat arasında yer almaktadır
Aile Reisi Olarak Hz Muhammed (sav)
Hz Peygamber, henüz gençlik yıllarında yirmi beş yaşında iken Mekke'de Hz Hatice ile evlenerek bir aile yuvası kurmuştu O sıralarda birden çok kadınla evlenmek, Araplar arasında son derece yaygın bir adet olmakla beraber Peygamber Efendimiz, Hz Hatice vefat edinceye kadar başka bir kadınla evlenmemişti Hz Hatice vefat ettiği zaman Peygamber Efendimiz elli yaşında idi Daha sonraki yıllarda özel bir takım sebep ve hikmetlerle Hz Peygamber birden çok kadınla evlendi Bu evliliğin sebeplerini, İslam düşmanlannın yaptığı gibi nefsanî ve şehevanî arzulara bağlamak asla doğru değildir Çünkü Hz Peygamber'in çok evliliği iddia edildiği gibi böyle bir sebebe bağlı olsaydı, bu evliliklerin Hz Peygamber'in söz konusu arzuyu daha ziyade duyacağı gençlik yıllarında ve ilk evliliğini hemen takip eden seneler içerisinde cereyan etmesi gerekirdi Halbuki Hz Peygamber, tam yirmi beş yıl sadece Hz Hatice ile evli kalmış, onun vefatından sonra kendisi elli yaşını geçmiş olduğu halde şartlar gerekli kıldığı için yeni evlilikler yapmıştı Bazan evlilik dolayısıyla temas kurulan ve yakınlık sağlanan yeni kitlelere İslam'ın iletilebilmesi düşüncesi, bazan evleneceği zeki, kabiliyetli ve bilgili eşi vasıtasıyla kadınları İslami esaslara göre daha rahat eğitebilme arzusu, bazan savaş dolayısıyla ortaya çıkan şiddetli düşmanlık ve kini onlar arasından evlilik yaparak bertaraf edip muhatap kitlelerini celbetme lüzumu, bazan İslam hukukunun getirdiği yeni bir hükmü bizzat Hz Peygamber'in tatbik ederek topluma örnek olma zorunluluğu gibi dinî, siyasî, hukukî, sosyal bir çok sebep ve hikmet Hz Peygamber'in çok evlenmesini gerekli kılmıştı Peygamber Efendimizin zevcelerinin toplam sayısı on bir olup şunlardı: Hatice bint Huveylid, Sevde bint Zem'a, Âişe bint Ebûbekir, Hafsa bint Ömer, Zeyneb bint Huzeyme, Ümmü Seleme bint Ebû Ümeyye, Zeyneb bint Cahş, Cüveyriye bint elHaris, Ümmü Habîbe bint Ebu Süfyan, Safiyye bint Huyey ve Meynûne bint el-Haris Reyhâne ve Mâriye ise cariyeleri idi Hz Peygamber'in zevcelerinden Hz Hatice, Mekke'de peygamberliğin onuncu yılında, Zeyneb bint Huzeyme ise Medine'de Hicretin dördüncü yılında vefat etmişti Bu sebeple Peygamber Efendimizin bir arada dokuz eşi bulunmuş ve bu sayıya da vefatına yakın bir zamana varıncaya kadar uzun bir sürede evlilik zarureti çıktıkça aralıklarla ulaşılmıştır Hz Peygamber'in bu zevcelerinden Hz Aişe dışındakilerin tamamı Rasülullah ile evlendikleri sırada dul idiler ve pek çoğunun eski eşlerinden çocukları vardı; üstelik çoğu yaşlı da idi Bu durum da, Hz Peygamber'in evliliğini gerekli kılan özel bir takım sebep ve hikmetlerin mevcut olduğunun delilidir Hz Peygamber'in hanımlarının Mescid'e bitişik olarak inşa edilmiş birer odaları vardı Peygamber Efendimiz her gün sıra île bir eşinin yanında kalırdı Hepsine karşı güler yüzlü davranır, ilgi gösterir, ev işlerinde onlara yardım eder, söküklerini kendisi dikiverir, aralarında adaletle muamelede bulunur, hiç birine diğerinden ayrı davranmazdı Zaman zaman onlarla şakalaşır, gönüllerini alırdı Hayatı boyunca Hz Peygamber'den hanımlarına karşı kötü bir söz veya davranış sadır olmamıştır Peygamber Efendimiz, hizmetinde bulunan görevlilere, karşı da asla sert ve haşin davranmaz; kendi yediklerinden onlara da yedirir, giydiklerinden onlara da giydirirdi Küçük birer odadan ibaret olan hane-i saadetleri son derece sade, ama temiz idi Bazan bir hasır, bazan yünden dokunmuş bir ihram, bazan da içi hurma lifleri ile doldurulmuş deri kaplı bir yatak Hz Peygamber'in oda döşemesini ve yatağını oluşturuyordu Her konuda olduğu gibi bu hususta da lüks ve israftan kaçınarak sadeliği tercih eden Hz Peygamber, bazı zevcelerinde görülen daha iyi imkanlarla daha müreffeh bir yaşayış arzu ve isteği üzerine Kur'an'da da temas edildiği üzere "Şayet dünya hayatını ve süslerini istiyorlarsa bağışta bulunarak kendilerini güzellikle salıvereceğini, ama şayet Allah'ı, peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorlarsa Allah'ın iyi davrananlar için büyük bir mükafaat hazırladığını" (el-Ahzab, 33/28-29) belirterek tavrını açıkça ortaya koymuştu Tabiî ki Hz Peygamber'in zevceleri bu ikaz üzerine beşer olma sıfatıyla bir an için içlerinden geçen daha rahat yaşama arzu ve isteğini terkedip Hz Peygamber'in yanında kalmayı ve O'nun sade yaşayışına ortak olmayı dünya lüksüne tercih ettiler
Peygamber Efendimiz, aile hayatında, özel yaşayışında ahlakında, dini tebliğinde, devlet idaresi ve askerî komutasında, eğitim ve öğretiminde, kısacası tüm sözleri, hareketleri ve davranışlarında bütün müslümanlar için güzel bir örnek idi
ts_1967- çavuş
- Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 34
Nerden : istanbul
Rep puanı : 0
Kayıt tarihi : 10/09/08
Geri: Peygamberler Tarihi
arkadaşlar bazı peygamberleri mesajlarıma sıgdıramadım yakında koyarım mesajlara.Lütfen emege saygı
ts_1967- çavuş
- Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 34
Nerden : istanbul
Rep puanı : 0
Kayıt tarihi : 10/09/08
2 sayfadaki 2 sayfası • 1, 2
2 sayfadaki 2 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz