FORUM KONYA


Join the forum, it's quick and easy

FORUM KONYA
FORUM KONYA
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Kıssadan Hisseler

Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:49

600 AĞAÇLI HURMA BAHÇESİNİ BAĞIŞLADI. "Ebu Talha'nın elinden topla tüfekle alınması mümkün olmayan 600 ağaçlı hurma bahçesini, kendi rızası ile fakir fukaraya verdiren duygu, iman şuurundan başka ne olabilirdi?"

MESCİD-İ Saadet'te Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd ve huşu içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Hazret-i Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Al-i İmrân sûresinden şu mealdeki Âyet-i Kerimeyi okuyordu: " Muhtaçlara, fakirlere yardım ederken malınızın kötüsünü değil de, iyisini vermedikçe imân-ı kâmile (olgun iman) kavuşamazsınız. İmânda en yüksek mertebeye çıkmak istiyorsanız, yoksullara malınızın en hoşunuza gidenini bağaşlayınız."

Âyet-i Kerîmeyi büyük bir dikkat ve hassasiyetle dinleyenlerin içinde Ebu Talha da bulunuyordu. Ebu Talha'nın Mescid-i Saadet'e yakın bir yerde, içinde 600 hurma ağacı bulunan pek kıymetli bir hurma bahçesi vardı. Sık sık dâvet ettiği Resûlullah'a burada ikramda bulunurdu..

Bu zat derin bir vecd ve huşuu içinde Âyet-i Kerimeyi dinledikten soma ayağa kalkarak şu açıklamayı yaptı. «- Yâ Resûlellah, benim servetim içinde en kıymetli ve bana en sevgili olan, işte şu şehrin içindeki sizin de bildiğiniz bahçemdir. Bu andan itibaren Allah rızası için onu Allah'ın Resûlüne bırakıyorum. İstediğiniz gibi tasarruf eder, dilediğiniz fakire verebilirsiniz.

Bu sözleri söyledikten soma Ebu Talha, sevinçli ve neş'eli bir hal ile kararını tatbik için Mescid-i Şerifden çıkarak bahçeye gitti.

Bir hurma ağacının gölgesinde oturan hanımı ile duvarın dışında bekleyen Ebu Talha arasında şu ibretli konuşma oldu:
Hanımı: "- Yâ Eba Talha, duvarın dışında ne bekliyorsun? İçeri girsen ya!"
Ebu Talha: "- Ben içeri giremem, sen eşyanı toplayıp da dışarı çıksan ya!"
Hanımı: "- Neden yâ Eba Talha, bu bahçe bizim değil mi? "
Ebu Talha: "- Hayır, artık bu bahçe Medine fukarasınındır. diyerek Âyet-i Kerîmeyi ve verdiği kararını anlattı. Hanımının " İkimiz namına mı, yoksa şahsın için mi bağışladın? " diye bir sualine "-ikimiz namına" diye cevap veren Ebu Talha, bu sefer hanımından şu sözleri işitti:
" - Allah senden razı olsun Eba Talha. Etrafımızdaki fakirleri gördükçe aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir türlü cesaret edemezdim; Allah hayrımızı kabul buyursun, işte ben de geliyorum! "

Aziz okuyucu, müsaade buyurursanız burada bir sual sormak istiyorum: -Ebu Talha'nın elinden topla tüfekle alınması mümkün olmayan bu 600 ağaçlı hurma bahçesini, kendi rızası ile fukaraya verdiren nedir?

- O'nu böyle içtimai (sosyal) fedakârlığa sevkeden bu tesir edici sebebin memleket sathında bütün insanlarda kökleşip kuvvetlenmesi halinde nasıl bir netice doğar?

- Değil âhiretimiz, dünyamızın dahi intizama girmesi için bu müessire şiddetle muhtaç değil miyiz?

Sorular uzayabilir ama isterseniz son sorumuz şu olsun: -Ebu Talha'ya bu fedakârlığı yaptıran müeyyidenin aleyhinde bulunmak, bu duygu ve îmân kuvvetinin bütün insanlarda yerleşmesine mani olmayı düşünmek, fukaraya yapılan yardımın aleyhinde bulunmak kadar gayr-ı insani ve ahmakça bir düşünce mahsulü olmaz mı?"
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:50

Allah Kullarını Biz Farketmesek de Korur
Zünnu-i Mısri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :
Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor. Çok korkmuştum. Beni onun şerrinden koruması için Cenab-ı Hak'ka sığındım. Akrep nehre geldiğinde, sudan büyük bir kurbağa çıkıp akrebe doğru geldi. Akrep kurbağanın sırtına binip suyun üzerinde yüzüp gittiler. Bu bana çok şaşırtıcı gelmişti. Ben de onların nehrin kenarında takip ettim. Nehrin karşı yakasına geçtiklerinde, akrep kurbağayı bırakıp dalları büyük, gölgesi çok olan bir ağacın yanına gitti.
Bir de baktım ki, ağacın altında Allah'a asi bir genç mışıl mışıl uyuyor. Kendi kendime: "La ha'vle vela kuvvete illa billah. Bu akrep nehrin ötesinden buraya kadar, bu genci sokmak için geldi" dedim ve içimden, akrep gence yaklaştığı zaman hemen akrebi öldürmeğe karar verdim. Akrebe yakın bir yerde durdum. Bir de baktım ki karşıdan büyük bir yılan, genci öldürmek için, gence doğru geliyor. Bu sırada akrep yılanın üzerine hücum etti ve başını sokmaya başladı. Akrep yılanın ölmesine kadar başını sokmaya devam etti. Yılan öldükten sonra akrep nehre döndü.Kurbağa da onu orada bekliyordu. Akrep tekrar kurbağaya binip nehrin öte yanına geçti. Ben de arkalarında bakakaldım.
Sonra gencin yanına geldim, o hala uyuyordu, akabinde baş ucunda kendi kendime şöyle dedim :
- Ey uyuyan genç; Allah seni, sen fark etmesen de karanlığın içindeki her türlü kötülükten korur. Sen uyusan bile Allah uyumaz. O kullarına çok merhametlidir. dedim.
Genç benim bu sözlerim üzerine uyandı ve başından geçen olayları kendisine anlattım. Genç hemen tevbe etti. Bütün yapmış olduğu kötü davranışlarından vazgeçip, iyilerden oldu ve ölünceye kadar hayatı böyle devam etti. Allah ona rahmet etsin.
Kaynak : Ahmed Şihabuddin El-Kalyubi'nin,"Dini Hikayeler" adlı kitabı.
Sayfa : 166
Çeviren : Hüseyin Erdoğan.
__________________
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:50

Allah’ın Hikmeti Adamın biri, pislik böceği görür ve: "Bu yaradılışı çirkin pis kokulu bir yaratıktır. Allah bunu niçin yaratmış ki?" der.
Daha sonraki günlerde adamın yüzünde bir çıban çıkar. Çok doktorlara başvurmasına rağmen tedavisi için bir sonuç alamaz. Artık çıban yara haline gelmişti ki, sokaktan geçen bir adamın bağırtısı üzerine adam çağırtılır ve yaraya bakması istenir. Adam bir pislik böceğinin getirtilmesini ister. Orada bulunanlar adamın isteğine gülerler. Fakat hasta olan adam, o böcek hakkında söylediği sözleri hatırlar ve der ki;
- Adamın isteğini yerine getirin, o doğruyu biliyor. der.
Daha sonra gelen böceği yakan adam, onun külünden yaranın üzerine serper ve yara Allah'ın hikmetiyle iyileşir. Bunun üzerine hasta olan adam etrafına der ki;
- İyi biliniz ki, Allah'u Teala, mahlukatının en adi ve yaramazı olanında bile, en iyi deva bulunduğunu bana bildirmek murad buyurdu. Allah Hakim'dir, Habir'dir.


Kaynak : Ahmed Şihabuddin El-Kalyubi'nin,"Dini Hikayeler" adlı kitabı.
Sayfa : 131
Çeviren : Hüseyin Erdoğan.
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:50

"Allah'tan korkuyorum"

Zamanın birinde İsrailoğullarından biri vardı, adam kendini ibadete vermişti. Çoluk çocuk sahibiydi. Günün birinde ailece aç kalırlar. Tamamen çaresiz kaldığı için yiyecek bir şeyler bulup getirsin diye karısını dışarıya gönderir.
Kadın bir tüccarın evine varır, çoluk çocuğuna yedirecek bir şeyler ister. Tüccar, kadına "olur, fakat önce bana kendini teslim et" diye teklif eder. Kadın hiç cevap vermeden çıkar, evine döner. Yavrularını "Anneciğim! Açlıktan öleceğiz, bize yiyecek bir şeyler ver" diye feryat eder durumda bulur.
Geri çıkarak tekrar tüccarın yanına varır, yavrularının acıklı durumunu anlatır. Tüccar "İstediğim olacak mı?" diye sorar. Kadın "Evet" der.
İkisi baş başa kalınca kadın öyle bir titremeye başlar ki, azaları yerlerinden çıkacak gibi olur. Tüccar "ne oluyor sana?" diye sorar. Kadın "Allah'tan korkuyorum" diye cevap verir.
Aldığı cevap üzerine kendine gelen adam "Sen şu sıkışık durumuna rağmen bu günahtan dolayı Allah’tan korkuyorsun, oysa asıl benim korkmam gerekir" diyerek yapacağı işten vazgeçer. İstediklerini vererek kadını gönderir. Kadın kucağındaki yiyecekler ile yavrularına döner. Çocukların sevinci sonsuzdur.
Bu sırada ulu Allah’tan tüccar hakkında Hz. Musa'ya (A.S.) vahiy gelir. Allah "Falan oğlu filana bütün günahlarını affettiğimi söyle" diye bildirir.
Bunun üzerine Hz. Musa (A.S.) tüccarı bulur, ona "Mutlaka Allah ile aranızda sır kalan bir hayır işlemiş olmalısın" der. O zaman tüccar kendisine yoksul kadınla arasında geçenleri anlatır. Hz. Musa (A.S.) " İşte bu yüzden Allah, geçmiş bütün günahlarını bağışladı" diyerek tüccara müjdeyi verir.
Kaynak: Mükâşefetü'l Kulûb
__________________
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:50

ANA SÖZÜ DİNLEMEMEK

Bir kadının bir oğlu vardı, oğlundan başka kimsesi de yoktu. Bütün günlerini onunla geçirir, varı yoğu oğluna en ufak bir zarar gelmesini istemezdi. Kadının bu oğlu bir gün tutturdu, illa da hacca gideceğim diyor başka bir şey demiyordu.
Annesi ağlamaya başladı. Çünkü oğlunun yanından ayrılmasına tahammül edemeyeceği gibi o gittiği taktirde yapayalnız kalacak ve kimsesizlikten belki de perişan olacaktı.
- Oğlum, Mekke dediğin şurası değil ki, ne zaman gidip geleceksin Sen gittikten sonra ben ne yapacağım, etme eyleme, diye yalvardıysa da oğlu kararında ısrar etti ve hacca gitmek üzere yola çıktı ama, ananın da yüreği yanık kaldı.
Yalnız kalan anne üzgün bir kalple dua şöyle etti:
- Ya rabbi, oğlumun ayrılığına dayanamayacağım... Söz dinletemedim, onu bir ikaz et de geri dönsün.
Oğul ananın bu yakarışlarından habersiz olarak yoluna devam ediyordu. Bir gece bir şehirde konaklamak için kalmaya karar verip kapısı açık olan bir mescide girdi. O şehirde de azgın bir hırsız evlere dadanmış, ne bulursa çalıyor, fakat hırsız bir türlü yakalanamıyordu. O gece gene hırsız bir eve girip mal çalmış ve kaçmıştı. Hırsızı takip etmeye başladılar, hırsız kaçıyor takipçiler onu kovalıyorlardı. Derken hırsızın izini kaybettiler. Takipçiler buraya girmiş olabilir diye camiye daldılar. Baktılar ki orada bir adam var. Olsa olsa budur diyerek adamı yaka-paça reisin huzuruna çıkardılar. Çünkü her gün hırsızlık vukuu bulduğu halde yakalayamıyorlardı. Bu sefer tamam dediler, bu şehri kasıp kavuran hırsız budur. Hırsızın gözünün oyulmasına karar verdi mahkeme. Gözlerini oyup bir merkep üzerine gezdirmeye başladılar. Hırsız ( yani anasının sözünü dinlemeyen ve hırsız zannıyla yakalanan genci) gezdiren tellal şehir halkına teşhir ediyor ve:
- Ey ahali işte sizin canınızı yakan, malınızı çalan hırsız nihayet yakalanmıştır; bundan sonra rahat edeceksiniz, diye bağırdıkça, genç, tellala şöyle bağırmasını rica ediyordu:
- Ey ahali işte anasının sözünü dinlemeyip de illa ben hacca gideceğim diye yola çıkanın hali budur, diye bağır diyordu ama derdini ta baştan kimseye anlatamamıştı ki, tellala anlatsındı.
Bütün şehri dolaştırdıktan sonra genci şehrin dışında bir yol kenarına attılar. Oradan geçenler genci memleketine getirdiler, evini bulmasını temin ettiler.
Genç adamcağız kendi evlerinin kapısına gelince;"Hu'" diye seslendi. Tabii ki aradan hayli zaman geçtiği için saçı sakalı uzamış, üstü başı yırtılmıştı. Kapıyı açan yaşlı kadın oğlunu tanıyamadı. Bilmiyordu ki kapıya dilenci halinde gelen arkasından "Ya Rabbi oğlumu azarla da geri dönsün" diye yalvardığı kendi oğluydu.
-Sapa sağlam adamsın... Dileneceğine çalışıp da kazansana! dedi.
Genç:
- Çalışamam gözlerim kör, deyince yaşlı kadın :
- Ne oldu gözlerine? Diye sordu.
Genç:
- Ne olacak, annemin hatırını kırdım sözünü dinlemedim. Allah da benim gözlerimi aldı, diye cevap verince, kadın anladı karşısındakinin oğlu olduğunu, başladı hüngür hüngür ağlamaya...
- Ey Allah'ım! Duam ağır olmuş, ben onun gözlerinin kör olması için dua etmemiştim, diye Allah'a yalvarmaya başladı.
Kadına gelen ilahi bir ses:
- Onun suçuna karşılık biz sadece gözlerini kör ettik, aslında anaya asi olanın cezası daha ağırdır. O buna şükretsin, diyordu.
Kadının oğlu dönüp gelmişti ama gözleri kör olduğu için hiç bir iş yapamıyordu. Kadın çok dua etti Allah'a ... Allah'ın iyi bir kulu imiş ki, duası kabul olunarak gencin gözlerini Cenab-ı Allah iade etti...
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:51

ANNEYE ITAAT
Veysel Karani, aşkı Resulullah ile yanıp tutuşmuştur. Tek emeli, biricik gayesi Resulullah'ın mübarek cemalini görmekti. Bu aşk ile günler gelip geçiyordu. Bir gün annesine:
- Anneciğim! Eğer müsaade edersen gidip sevgili Peygamberimizin mübarek yüzünü göreyim. Gidip Medine'de ziyaret edeyim, dedi.
Veysel Karani'nin anası uzun uzun düşündü.
Sonra:
- Bir şartla izin veririm. Resulullah'ı hane-i saadetlerinde (mübarek evinde) ziyaret edeceksin. Başka yerde değil, dedi.
Aşık-ı Resul olan Veysel Karani anam izin verdi diye sevinç içinde Medine yoluna düştü. Günlerce yolculuktan sonra Medine'ye ulaştı. Peygamberimizin evini sordu. Gösterdiler. Hane-i Saadetin kapısını çaldı. İçeriden Hz. Aişe validemiz:
- Kim o? diye seslendi. Veysel Karani:
- Benim, ben, Veysel, Yemen'in Karan köyünden geldim. Resulullahı ziyaret için geldim dedi. Hz. Aişe validemiz:
Resulü Ekrem mescide gitti. Hemen oracıkta görebilirsin dedi. Veysel Karani:
- Ah! dedi. Gidemem, anamın izni buraya kadar dedi.
Hz. Aişe (R.A.) validemiz:
- Ey Allah'ın kulu! Kimsin sen? dedi. Veysel:
- Adım Veysel'dir. Yemen'in Karan Köyündenim. Çobanlık yaparım. Sevgili Efendimizi ziyaret için buraya kadar anacığımdan izin almıştım. Demek ki görmek nasip değilmiş diyerek gerisin geriye döndü.
Resulullah, mescidden döndüklerinde:
-Ya Aişe! Buraya Üveys (Veysel) mi geldi?
Onun beni bu dünyada görmesi nasip olmayacak. Allah onu imtihan ediyor. Annesine olan itaatının derecesini ölçüyor, dedi.
Veysel Karani anasına geldi, olanları derin bir ah çekerek anlattı. Üzüntü ve kederinden sararıp solmuştu. Anası:
- Üzülme oğlum, üzülme dedi. Sen beni memnun ettin ya, Allah'ta seni memnun edecek. Sevgili Efendimizi öbür dünyada göreceksin dedi.
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:51

Artan Pilav

Yahya baba, II. Bâyezîd Hân zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız. Pirinçleri salavat getire getire ayıklar, yağını tekbirlerle eritir. Tuzunu Besmele ile, suyunu Fatihalarla salar. Zaman zaman gözünü yumar, enbiyayı, evliyayı aracı yapar, Allah'tan bereket arzular.
Onun pilavı herkese yeter, hatta artar. Ancak o tek pirinç tanesine bile kıyamaz; artanı Tuna nehrine atar. Balıklar onun geleceği saati bilir, köprü başında toplanırlar.
Kilerci, bakar pilav artıyor; pirinci aşçıya az vermeye başlar. Ama Yahya Baba bir kere bile "Bu pirinç yeter mi?" demez. Kilerci şaşkındır. Her gün pirinç miktarını biraz daha kısar ama pilav azalmaz, aksine çoğalır. Yine herkes doyar, Tuna'nın balıkları bile nasibini alırlar. Kilerci, bunu izah edecek tek kelime bilir: "Bu bir keramet!"
Çok dener ve emin olunca Pâdişaha çıkar. "Bu Yahya Baba boş değil sultanım der, halbuki biz ona amele muamelesi yapıyoruz."
Bâyeziîd-i Velî gönül ehlidir ve aşçı ile tanışmak ister. Kilerci ile bir plan yaparlar. O gün Yahya Baba'ya çok az, hatta gülünç denilecek kadar az pirinç verilir. O her zamanki gibi okur, âlemlerin Rabbi'nden Halil İbrahim bereketi diler. Pilavı çok lezzetli olur, üstelik kazanlara sığmaz. Yahya Baba artanları yine yüklenir, Tuna'nın yolunu tutar. Tam kepçeyi daldırıp balıklara atarken Padişah ortaya çıkar.
"Ne oluyor bre der. Yoksa devlet malını israf mı edersin?"
Yahya Baba tutulur kalır. Ancak balıklar kafalarını sudan çıkarıp;
"Ayıp olmuyor mu sultanım derler. Koca devletin artığını bize çok mu görüyorsun?"
Yahya Baba öylesine mahcup olur ki, anlatılamaz. Utancından secdeye kapanır, Allah'a sığınır. Bâyezîd-i Velî onun kalkmasını bekler, ama geçmiş ola....
Mübarek çoktan rûhunu teslim edip kavuşmuştur rahmet-i Rahmana
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:51

AYNEN SENİN GİBİ OLMAK İSTERİM

Bir gün Azizan Hazretlerine, hatırı sayılır bir zat misafir geliyor. Fakat evde hazır yemek yok... Azizan Hazretleri üzülüyorlar. Evlerinin kapısına çıkıyorlar. O sırada, paça satan bir genç, elinde bir çömlekle geliyor. Çömlekte donmuş paça var...
Genç:
-Bu yemeği sizin ve yakınlarınız için hazırladım. Kabul buyurursanız beni mesut edersiniz’ diyor.
Azizan Hazretleri bu nazik anda gelen yemekten son derece hoşnut kalıyorlar ve gence iltifat ediyorlar. Gelen yemekle misafir ağırlanıyor. Misafir gidince Şeyh Hazretleri paça satan genci çağırtıp:
-Senin getirdiğin bu yemek, sıkıntılı bir ânımızda imdada yetişti. Sen de şimdi bizden ne muradın varsa iste ki, Allah dileğini verse gerektir.
Genç:
-Aynen senin gibi olmak isterim’ diyor.
Bu çok güç bir şey... Üzerimizdeki yük senin omuzlarına çökecek olursa ezilirsin! Cevabını veriyor Azizan Hazretleri...
Fakat genç yana yakıla ısrar ediyor:
-Benim âlemde tek muradım bu... Tıpkı tıpkısına senin gibi olmak... Başka hiç bir şey beni teselli edemez. Başka emel tanımıyorum!
-Peki, diyor, Azizan Hazretleri; öyle olsun!
Ve genci elinden tuttuğu gibi halvet odasına çekiyor. Orada nazarlarını gence mıhlayıp kalpleriyle kalbine yöneliyorlar. Biraz sonra gençte bir değişiklik başlıyor. Genç hem zahirde ve hem batında Azizan Hazretlerinin ayı olarak meydana çıkmaya başlıyor. Bu hal tam 40 gün devam ediyor ve 40'ıncı gün genç girdiği yükün ağırlığında bekâ âlemine göçüyor. Fakat muradına ermiş ve ebedi saadete erişmiştir.
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:52

AZAD EDİLENLER

Efendimiz (S.A.V) Hz.Osman tarafından verilen bir yemeğe katılmış, zengin ve varlıklı bir sahabî olan Hz.Osman da, Peygamberimizin bu yemeğe gelene kadar attığı adım başına bir köle azâd ederek duyduğu memnuniyeti belirtmişti.
Aynı günlerde Peygamberimizi yemeğe davet etmek, Hz.Ali (R.A.) Efendimizin de içinden geçmiş, fakat bu cesaret sembolü sahabî, fakirliğinden duyduğu endişe sebebiyle, ilk ve son defa bir şeye cesaret edemeyip yemek vermekten vazgeçmiştir.
Peygamber kızı Hz.Fâtma, Hz.Ali Efendimizdeki durgunluğu anlamakta gecikmedi ve "Elimizde ne varsa onu ikram ederiz" diyerek, kendisini ikna etti. Bunun üzerine Hz.Ali, sırf Allah rızası için vereceği yemeğe davet etmek üzere Peygamberimize koştu. Davet, memnuniyetle kabul edilmişti.
Ertesi akşam Hz.Ali'nin evine doğru yola çıkan Efendimizin yürüyüşünde, âniden bir değişiklik göze çarptı. Kâinatın yaradılış sebebi olan Peygamberler Peygamberi âdetâ bir karış genişliğinde adımlar atıyor ve yolun bitmesini istemiyordu. Bu hâl, Hz. Ali Efendimizin evine varana kadar devam etti.
Sahabeler, bunun sebebini sorduğunda, Peygamberimiz şu cevabı verdi:
Yemek için yola çıktığım anda, Cebrail (A.S) gelerek "Ya Resulûllah, Cenab'ı Hak sadece kendi rızası için verilen bu davetten o kadar memnun kaldı ki, atacağınız her adım için ümmetinizden yüz bin kişiyi cehennemden azâd edeceğim, buyurdu" dedi. İşte bunun için adımlarımı sıklaştırdım.
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:52

BABA NASIHATI
Evliya Çelebi, 1640 yılında babasından habersiz Bursa'ya gider. Eve dönüşünde babası, ona birtakım öğütler verir. Bu parça "Seyahatname"den alınmıştır:
O gün, üzüntü içindeki evimize varıp babam ile annemin mübarek ellerinden öptüm, huzurlarında el bağlayıp durduğumda aziz babam :
-"Safa geldin, Bursa seyyahı! Safa geldin," dedi.
Halbuki ne tarafa gittiğimden kimsenin haberi yoktu. Babama :
-"Sultanım, hakirin Bursa'da olduğunu nereden bildiniz?" dedim.
Buyurdular ki :
-"Sen, 1050 Muharrem'inin (Mayis 1640) Aşuresinde kaybolduğun mübarek gecede dua okudum. O gece rüyamda seni gördüm : Bursa'da Emir Sultan Hazretlerini ziyaretle seyahat rica edip ağlıyordun. O gece benden nice evliyalar rica edip seyahate gitmen için izin talep ettiler. Ben dahi o gece cümlenin rızasıyla sana izin verdim." "Gel imdi oğul! Bundan sonra sana seyahat göründü. Allah mübarek eyleye! Ama sana bir nasihatim var." Diye elimden yapışıp huzurunda diz çöktürdü, sağ eliyle sol kulağıma sıkıca yapışıp şu nasihatte bulundu :
-"Oğul!.. İyi adını keme takma ve keme arkadaş olma, zararını çekersin. İleri yürü, geri kalma, alay bozma. Tarla basma. Dost malına göz dikme. Koymadığın yere el uzatma. İki kişi söyleşirken dinleme. Ekmekle tuz hakkını gözet. Davetsiz bir yere varma. Sır sakla. Bir mecliste dinlediğin sözleri sakla. Evden eve söz taşıma. Kimseyi kınama, çekiştirme. Haluk ol. Herkesle iyi geçin. Kimseye dil uzatma. Senden uluların önünden gitme. İhtiyarlara hürmet et. Daima temiz ol. Haram ve yasak olan şeylere karşı perhizkar ol. Arkadaşlık ettiğin vezirlere, vükelaya, ayana ve kibarlara varıp, her an, dünya için bir şey ricasında olma ki, senden nefret etmesinler, sana soğuk davranmasınlar. Eline giren malı israf etme. Kanaatle geçin. Sağlık ve hastalıkta lazım olur. Dünyalık akçayı yiyecek, içecek için muhafaza edip namerde muhtaç olma. Çünkü "Düşmana kalırsa kalsın, dosta muhtaç olma tek." demişler.
Cümle ziyaretgahları ve her diyarın konak yerlerinden olan çöl ve ovaları, yüksek dağları, ağaçları ve acayip kayaları, ibretle seyredilecek eserlerini, kalelerini, ulularını yazarak "Seyahatname" namıyla bir tomar telif eyle. Sonun ve akıbetin hayrola, öğütlerimi kulağına küpe yap," deyip enseme pehlivanca bir sille vurdu, kulağımı burup "Yürü, akıbetin hayrola!" dedi.
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:52

Bana delil getir

Anlatıldığına göre zengin Alevilerden biri ölür ve geride Alevi bir kadından doğma birkaç kız çocuğu kalır. Bir müddet sonra iyice fakir duruma düşerler, bu yüzden çevrenin hakaretlerine maruz kalmamak için yurtlarından göçerler. Yolda bakımsız bir mescide sığınırlar.
Dul kadın, çocuklarını burada bırakıp yiyecek bir şey bulmaya çıkar. Şehrin müslüman ileri gelenine başvurur. Durumunu anlatır, fakat adam "Durumunu mutlaka delillendirmen gerekir" diyerek kadını eli boş çevirir.
Kadın arkasından bir mecûsiye vararak durumunu anlatır, adam kadına inanır ve bir kadın göndererek yetim yavruları ile o kadını evine getirtir, onlara gayet iyi bakar.
Gece yarısı olunca şehrin müslüman ileri geleni rüyasında Kıyamet koptuğunu görür. Peygamber'imiz başı üzerinde "hamd sancağı" taşıyan ulu bir köşkün karşısında duruyor.
Adam Peygamber'imize "Bu köşk kimin içindir, yâ Rasulallah" diye sorar. Peygamber'imiz "bir müslümanındır" diye cevap verir. Adam "ya Rasulallah; ben tevhid akidesinden hiç ayrılmamış bir müslümanım" der. Peygamber'imiz ona "Buna dair bana delil getir" der, adam şaşa kalır. Peygamber'imiz ona yetim anası Alevi kadının durumunu hatırlatır, adam bu sırada üzüntü ve pişmanlık içinde uyanır.
Derhal kadının peşine düşer,sıkı bir araştırmadan sonra bilen birinin klavuzluğu ile kadını mecusinin evinde bulur, onları alıp evine götürmek ister, fakat "onlar sayesinde evime bereket geldi" diyerek Mecûsi reddeder. Adam mecûsiye "Yüz altın vereyim de onları bana teslim et" der, mecûsi yine reddeder. Bu sefer misafirleri mecûsiden zorla almaya kalkışınca mecûsi ona der ki, "Senin peşinde koştuğun şeye ben senden daha layığım, rüyanda gördüğün köşk benim için yaratılmıştır. Sen bana karşı müslümanım diye mi üstünlük taslıyorsun? Allah adına yemin ederim ki, ben ve ev halkım, bir dul kadın vasıtası ile müslüman olduk da ondan sonra yattık. Senin gördüğün rüyanın aynısını ben de gördüm. Peygamber'iniz bana "Dul kadın ile yetim kızlar yanında mı?" diye sordu. "Evet " dedim. Bunun üzerine Peygamber'imiz "O halde bu köşk senin ve ev halkınındır" dedi.
Aldığı bu son cevap üzerine, şehrin ileri gelen müslümanı,ancak Allah'ın bildiği bir büyük üzüntü ve pişmanlık içinde eski mecûsinin yanından ayrıldı.
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:52

SEYYİT BATTAL GAZİ'NİN KABRİ

Zaman 1204 yıllarında, Anadolu Selçuklu'larının başında Sultan Alâeddin Keykubat'ın hükümran olduğu çağlardır.
Alâeddin Keykubat, son derece adil, aydın ve sevilen bir insandı. Annesi Ümmühan Hatun da, tıpkı oğlu gibi, adalette, cömertlikte, iyilikte kimsenin yarış edemeyeceği bir kadındı. Günlerden bir gün, bir rüya gördü. "Tasvir gibi güzel, Hamza gibi kuvvetli, Ali gibi heybetli" bir yiğit Ümmühan Hatun'a dedi ki:
"Ey Hatun! Ben Âli Resûl'üm ki Diyarı Rûm'u aldım, kâh karada, kâh denizde doksan yıl gazilik ettim. Sonunda Mesihiye kalesinde şehit oldum. Gel beni ziyaret et, Üzerime bir türbe yap!."
Ümmühan Hatun, rüyasını oğluna anlattı, Alâeddin Keykubat haznedarlarına emir verdi, ne lazımsa develere yükletildi. Sultan Hatun Mesihiye kalesine doğru yola çıktı.
Hacı Emre köyünden, kutluca Çoban o devirlerde harap bir halde bulunan Mesihiye kalesi çevresinde koyunlarını otlatırdı. Çoğu çobanlar gibi uyanık gönüllü, keşfi açık, nasipli bir insandı.
Bir gün koyunlarını otlatırken, koyunların bir yere gelince yürüyemediklerini, sanki önlerindeki toprağa basmak istemediklerini fark etti. Acaba yanılıyor muyum diye bir denedi, iki denedi, fakat gördü ki hiçbir koyun o yere ayağını basmıyor. Kutluca Çoban ertesi gün, belki unutmuşlardır diye sürüyü gene dün işaretlediği o topraklardan geçirmek istedi ama nafile! Çoban gödüklerinde yanılmıyordu. Burada bir şey vardı, hayvanların basmak istemedikleri, her halde kutlu bir şey, belki bir mezar...
Bir gün, beş gün, on gün... Çoban artık o topraklardan ayrılamaz oldu. Bir gece, gene aynı yerde, koyunlar otlar, çoban derin derin düşünürken, ansızın, gökten bir nur dalgasının , koyunların asla çiğnemediği o toprak parçasına indiğini gördü.
Kendinden geçti, mest ve hayran kadı, koyunlar da yerlerinden kıpırdamadılar, gün ışıyıncaya kadar öyle kaldılar.
Kutluca Çoban gece gördüklerini vardı, gitti Mesihiye beyine anlattı. Bey, hemen o yerin atrafına bir duvar çektirtti,
"Kimse içeri abdestsiz girmesin, kimin ne haceti varsa orada iki rekat namaz kılıp istesin, niyazları kabul olunur." dedi.
Günlerden bir gün, Ümmühan Hatun'un kervanı geldi Mesihiye kalesinin yolunda bir yere kondu. Bey, Ana Sultan'ı karşılamaya varınca Ümmühan
"Bu kale yakınında hiç ziyaretgâh varmıdır?" diye araştırdı.
Bey bilmiyordu. Ancak, Kutluca Çoban'ın görüp anlattıklarını Ana Sultan'a aktardı,
"Ne vardır bilmem ama ben etrafına duvar çektirttim, şimdi herkes oraya gider" dedi.
Ümmühan Hatun ses etmedi, kalktı Kutluca Çoban'ın bulunduğu yere gitti, bir de onu dinledi. Sonra orada iki rekât namaz kıldı ve
"Gördüğüm rüya Allah katından ise bana onu yine göster" diye yalvardı.
Evet! Ümmühan Hatun'un rüyası Allah katındandı. Çünkü o tasvir gibi güzel, Hamza gibi güçlü, Ali gibi heybetli insanı gene gördü. "Kılıç belinde, imame başında, nikab yüzünde idi" idi. Nikabını açtı:
"Ol gördüğün benim! Seyyit Battal Gazi'yim. Âli resul'üm. Türbemi sen yaptır. Bir mescit, bir de tekke bünyad eyle. Alimler ve dervişler getir, vakıflar yap" dedi. Ümmühan Hatun ağzı dili bağlanmış, karşısında divan duruyordu. Seyit Gazi ona iki kitap verdi
"Bizim yâdigârımız olsun!" dedi.
Hemen ertesi gün Ümmühan Hatun'un emriyle mimarlar, nakkaşlar, ustalar, kalfalar, çiniciler, boyacılar, camcılar... kısaca Selçuk ülkesinde ne kadar sanatçı varsa, Mesihiye kalesine çağrıldı. Seyit Battal Gazi'nin istediği gibi mescit, medrese, semâhane, aşhane, misafirhane binaları yapıldı.
Bütün bu sayılanlar güzelliğine ve değerine paha biçilemeyen bir çift küpenin tekiyle yapılmıştır. Bir gün türbe yıkılır, yanar, yeniden yapımı gerekirse diye, küpenin tekini Ümmühan Hatun direklerden birinin dibine bir demir kutu içinde gömdürdü. Ama hangisinin altında olduğunu direkler bile bilmiyor. Onun için Her Allah'ın günü "Benim altımda, hayır benim altımda" diye çekişip dururlar.
Türbenin büyük kapısında “Esselâmün aleyküm ya Sultan Seyit Gazi" diye yazar.Giriş kapısında ise "Bu mübarek makam Sultan Seyit Battal Gazi'nindir. Hak rahmet eylesin" diye haber verir.
__________________
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:53

BAYKUŞ

Sahabe-i güzinden ka'bel-Ahbar (r.a)Hz. ÖMER'e:
"Ya ÖMER , kimsenin bilmediği bir şey nakledeceğim sana. Bunu peygamber kitaplarından okudum, oldukça gariptir.
Hz. ÖMER(r.a)
"Söyle bakalım Ya Ka'b"
Bir gün Süleyman (a.s)'ın huzuruna bir baykuş geldi. Hz.Süleyman ile baykuş arasında şu konuşma geçti:
"Ey baykuş ben biliyorum ki arpa, buğday vb. hububat yemezsin, acaba neden?"
"Ya nebiyyallah, Adem ile Havva o hububatı yedikleri için dünyaya sürüldüler.
Ben de onun için yemem."Baykuş değil sanki koskoca evliya mübarek.
"Ben biliyorum ki, sen suda içmiyorsun, neden acaba?"
"Ey Allah'ın peygamberi, Nuh (a.s)'ın kavmi suda boğuldu. Ben de suya tevbe ettim."
"Peki niçin mamur yerlerde değil de harap yerlerde yaşarsın".
"Harap yerler Allah'ın mirasıdır, sahipsizdir. Ben insanların sahip olduğu binaya konmam".
"Harabelerde niçin ötersin?"
"Ey dünya nimetlerine aldananlar, bulunduğum harabeyi görüyor musunuz? Siz de bir gün bunu gibi harap olacaksınız, demek isterim".
"Peki evlerin üstünden uçarken ne diye ötersin? Ne demek istersin bununla insanlara?"
"Ey Ademoğlu yazıklar olsun sana . Arkanda bu kadar isyan ve günah, önünde de bu kadar keder ve bela varken nasıl dünya nimetlerinden lezzet alıp neşelendiğinize şaşarım."
"Niçin gündüz uyurda gece uyumazsın?"
"Ey Allah'ın nebisi, gündüz ademoğullarının nefislerine uyup zulümlerinin çoğaldığı zamandır. Onlardan kaçarım ki zulümleri bana erişmesin .Gündüz uyurum ki, onların yaptıklarını gözlerim görmesin."
"Ya sabaha kadar ne zikredersin?"
"Ey insanlar , uykunuzu ve gafleti bırakın artık .Ahiret için tedarik görüp, azık hazırlayın ." Sonra beni yaratan Allahü Azimüşşanı noksan sıfatlardan tenzih ederim."
"Ey baykuş, insanlar seni uğursuz sayarlar .Halbuki senin kadar insana merhamet eden ve nasihatte bulunan yokmuş."
Umuyorum bende bir şeyler aktarıp faydalı olduysam ne mutlu bana tekrar selamün aleyküm Allah! emanet olunuz
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:53

--------------------------------------------------------------------------------

Besmele çeken Kadın

Bir Kadın her söze ve işe başlarken besmele çekermiş. O kadının birde münafık bir kocası varmış. Besmele çekmesine çok kızarmış. Hanımını Besmele ile ilgili bir işte mehcup etmeye karar vermiş.
Bir gün hanımına, içerisinde para bulunan bir kese verir, "Bunu sakla , sonra senden isterim" der.
Hanımı keseyi Besmeleyle bir yere koyup üzerini örter. Kocası, hanımın haberi olmadan gidip keseyi alıp ve kuyuya atar. Sonra gelip hanımından keseyi getirmesini ister.
Kadın keseyi koyduğu yere gidip, Besmele çeker. Allahü teala o anda Cebrail aleyhisselâma, yer yüzüne inip keseyi kuyudan alıp yerine koymasını emreder. Cebrail aleyhisselâm keseyi kuyudan alıp suları akar bir vaziyette yerine koyar.
Kadın keseyi almak için elini uzatınca, keseyi ıslak bir halde bulunca "Bu kese nasıl ıslandı?" diye hayretler içinde kalır. Hiçbir şeyden habersizce kocasına götürüp verir.
Bu durum karşısında Hayretler içinde kalan kocası da hemen tevbe edip salih bir müslüman olur.
Bundan sonra her işe başlarken ve bir şey yaparken Besmele çekmeye başlar.
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:53

BİR ÖLÜM RÜYASI
Bir zamanlar bir yerde Allah'ın bir veli kulu yaşardı. Temiz kalpli, ihlaslı, safça bir mü'mindi. Her gördüğünü iyiye yorumlar, Allah'a çok tevekkül ederdi. Bir kötülük, bir çirkinlik görse iyi tarafından alır, "Bunda da bir hikmet vardır" diyerek gönlünü hoş tutardı. Her şeyin iyi yönünü görür, gülleri devşirir, dikenlerle hiç ilgilenmezdi. Yaratandan ötürü yaratılanı hoş görür, onlara güler yüzle nasihat ederdi.
Müslümanların kıskanmasına aldırmaz. Onlara karşı yine hüsn-ü zan ederdi. Şeytanı ve nefsini tam ve katıksız düşman bilir, Allah'a sığınırdı. Nefsinin hücumlarına karşı iman kalesine girer, elden geldiğince ona karşı silahlanırdı.
Açıktan küfrünü açıklayanlara, Tevhid'i bulmaları için dua ederdi. Hayatı nurlu, gönlü sürûrlu has bir kuldu. Kur'an-ı sıkça okur, ayetleri anlamaya çalışırdı.
O gün yine nafile oruca niyetlenmişti. Dûha namazını biraz erkence kılmış, şehrin dışına doğru yürüyüşe çıkmıştı. Çevre duvarlarının dışına ağaç gölgelerinin sarktığı eski mezarlığa doğru yürüdü.
Kabristana girdi. Fatiha ve ihlası okudu. Bunu da, ebedi ikametgahlarında yatanların ruhlarına hediye eyledi.
Koyu gölgeli bir ağacın altına oturup alnında biriken terleri mendiliyle sildi. Derin bir tefekküre daldı. Mezardakilerin hallerini düşünüp, onlar için kaygılandı. Yüreğine ılık bir şeyler aktı, gözleri yaşardı.
Sevgili Peygamberimiz kabir konusunda ne buyurmuştu? "Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur."
Şimdi burada yatanlar acaba hangisinde?
Acaba bunlar dünya hayatında neler yaptılar? Nasıl inandılar, nasıl yaşadılar? Şimdi cennet bahçesinde zevk mi ediyorlar, yoksa cehennem çukurunda azap mı çekiyorlar? Bir meraktır kapladı içini...
Bu eski mezarlıkta kimler yatıyor? Zenginler, fakirler, iyiler, kötüler, zalimler, günahkârlar...
Sonra yaşadığı zamanı düşündü... Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışanları, mazlumlara eziyet eden zalimleri, vatan, millet, bayrak diye halkı uyutanları, bankalarındaki hesaplarını kabartabilmek için her şeyi mubah sayanları düşündü.
Bir lokma için çöplük karıştıranları, televizyonda gördüğü sanatçı(!)lara ilah muamelesi yapanları, sırf okumak için gittikleri okula; senin giyinişin, kılık-kıyafet yönetmeliğine aykırı diye umudunu o okula bağlamış kızları okula almayan zihniyeti, dininin gereği giyindiği için okuluna alınmayan kızları, alkolün ve uyuşturucunun batağına düşmüş gençleri, ekranlarından fuhuştan başka bir şeyin gösterilmediği televizyonların yöneticilerini düşündü... Allah'ım aklıma mukayyet ol! Sen ki duaları kabul edersin. Bizleri Rasulullah'ın (s.a.v.) sancağı altında toplananlardan eyle!..
Senin dininin gereklerini yerine getirmeyenler, bu hayatın sonunda hesap yok zannediyorlar. Oysa Üstad Necip Fazıl Kısakürek bir şiirinde:
"Bu hayatın sonunda hesap yok mu zannettin sen?
Lokantanın garsonu bile; 'hesap lütfen' diyor.
Sen nasıl olur da; bizlere herşeyi bahşeden, sen...
Hesap sormasın?..
İlahî onları affet, onlara hidayeti nasip et."
Ya Rabbi! Çok sürmeden beni de buraya getirecekler. Benim halim ne olacak? Her nefis ölümü tadacaktır. "Ölümün acısı üç yüz kılıç yarasından fazladır." buyurulmuş. Ben nasıl dayanacağım?
Şeytan son anda bana musallat olursa ben ne yaparım? O zaman halim nice olur. Kabir hayatı, sonra diriliş, hesap-kitap, mizan-terazi, sırat, cennet, cehennem...
Gelen iki meleğe nasıl hesap vereceğim? Onların sorularına cevap verebilecek miyim?..
Bu düşünceler içindeyken uyku bastırdı. Başını yaşlı ağacın gövdesine dayadı. Dualar mırıldanırken gözü dallara, yapraklara kaydı. Sanki o yapraklarda ölmüş insanların isimleri vardı. Onları okumaya çalıştı. Uyku iyice bastırdı. Gözleri kapandı. Derin bir uykuya daldı.
Rüyasında mezardakileri gördü. Güyâ kendisi de ölmüş, orada bulunan kabir arkadaşları hâl diliyle kendisine bir şeyler anlatıyorlardı. Geriye dönüşü olmayan dünya hayatlarını, çaresizliklerini, nasıl aldandıklarını, halen hayatta olanlara nasıl gıpta ettiklerini, kendilerine fırsat verilse ve dünyaya dönseler sırf Allah'ın (c.c.) rızası için nasıl yaşacaklarını, hepsini, hepsini...
Sonra kabrin içinde en çok feryatların, iniltilerin geldiği kabrin sahibine sordu:
- Arkadaş halin nedir? Neden en çok azap sana çektiriliyor?
Kabirdeki şöyle cevap verdi:
- Ah!.. Aman... Halimi hiç sorma. Ben dünya hayatında Allah'a (c.c.) şirk koştum. Her günah affolunur, benim günahım affolunmaz.
- Anladım...
Sonra ana-babasına karşı gelenlerin, katillerin, intihar edenlerin, zulüm yapanların, zina yapanların, içki içenlerin, faiz yiyenlerin, kumar oynayanların, iftira atanların, riyakârların, münafıkların, rüşvet yiyenlerin, yetim malı yiyenlerin, sihirle uğraşanların, avret yerini açanların, karşı cinse benzeyenlerin, ilmiyle âmil olmayan alimlerin, hatta sattığı süte su karıştıranların hayatını dinledi. Çektikleri azaba tanık oldu.
İçi sıkıldı iyice. Çıldıracak gibi oldu. Sonra duyduğu kuş sesleriyle, hissettiği ve tarif bile edemediği eşsiz korkularla kendine geldi..
- Ya sen ey mevta! Nedir tüm bu güzelliğin sebebi? Seni görünce içim açıldı, gönlüm rahatladı. Senin yerinde olması ne kadar isterdim. Belli ki cennete namzetsin. Seni bu makama çıkaran nedir? dedi.
- İmandır kardeş, iman.
- Nasıl yani?
- Ben dünyadayken "La ilahe illallah Muhammedürresullah" lafzını tam manasıyla anladım, layıkıyla iman ettim, ibadet ettim.
Allah'ım bu güzelliklerini hepimize nasip et, düşüncesi içinde diğer cennetlikleri; zekat verenleri, oruç tutanları, namaz kılanları. Allah'ı (c.c.) çokça zikredenleri ana-babasına hürmette kusur etmeyen evlatları, iyiliği emredip kötülükten nehyedenleri. İffet sahibi insanları, şehidleri, takva sahiplerini dinledi. Onlara yapılan izzet-i ikramı gördü. Onlara gıpta ile baktı.
Bizim Allah dostu rüyasında kabir aleminde dolaşırken gelen gürültülerle uyandı. O kabristana yeni bir ölü getirilmişti. Kalabalık bir cemaat vardı. Ölüyü kabre koydular. Üzerini toprakla örttüler. Yasin, tekasür, ihlas, fatiha surelerini okuyup dua ettiler. Ellerini yüzlerine sürüp kabristandan ayrıldılar. Kabrin başında ölenin oğlu, kardeşi, bir de imam kaldı. İmam ayağa kalkıp:
- Ey Ahmet oğlu Hasan! diye üç kere bağırdı.
Dünya üzerinde bulunduğun inancı hatırla. O da şudur: "Allah'tan (c.c.) başka ilah olmadığına, Muhammedin (s.a.v.), Allah'ın (c.c.) Rasulü olduğuna, senin Rab olarak Allah'a (c.c.) Din olarak İslam'a, Peygamber olarak Hz. Muhammed'e (s.a.v.) razı olduğuna dair şahitliğindir." dedi...
Artık imamın ve yanındakilerin işi bitmişti. Son kez kabre bakıp çıkışa doğru yürümeye başladılar.
Kendisini halen rüyada zannediyordu ki; karşıdan gelen imam:
- Hey! Mübarek kalk ne yatıyorsun? sözleriyle irkildi ve birden ayağa fırladı.
- Sen kimsin? Ben nerdeyim? Öldüm mü? dedi..
İmam tebessüm ederek:
- Korkma, dünyadasın. Güneşin altında mezarlıkta uyumuşsun. Az önce bir kardeşimizi ahirete uğurladık. Uyuyacağına cenaze namazına iştirak etseydin, daha iyi olurdu dedi.
- Çok derin uykudaydım hocaefendi. Öyle rüyalar gördüm ki... Bende, ölmüş gibiydim...
- Hayırdır inşaallah. Nasıl olsa öleceğiz. Şimdi önce bir abdest al açılırsın. Sonra öğlen namazının vakti çıkmadan namazını kıl.
İmam ve yanındakiler kabristandan ayrıldılar. O ise halen gördüğü rüyanın etkisi altındaydı. Elinin tersiyle alnının terini sildi. Rüyasında bile cehenneme tahammül edememişken nasıl olur da yaşadığı hayatı cennete gidebilmek için harcamazdı...
İlahi! Bizi af ve mağfiret eyle. Rahmeti ve mağfiretini üzerimizden eksik etme.
Bizlerin canını Senin yolundayken al. Yoksa biz sorgu meleklerine nasıl hesap verir, kabir azabına ve cehenneme nasıl dayanırız?..
İlahi!.. Affet..
(Bu kıssa okuyucularımız tarafından gönderilmiştir)
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:53

BU GECENİN HÜRMETİNE

Er-Ravzu'l Fâık kitabında şu kıssa anlatılır:
Bir vakit Basra'da servet sahibi bir adam vardı. Her senenin âşure gününde Müslüman kardeşlerini evine toplar, sabaha kadar Kur'an okuyarak, okutarak geceyi ihya ederler, nerde fakir ve kimsesiz varsa buldurur, tasaddukta bulunur, elinden gelen hayrı fazlasıyla yapardı. Evinin bitişiğinde bir komşusu bulunuyordu ve komşusunun hem anası, hem de kızı senelerden beri yürüyemez vaziyette idiler. Kız, babasına sordu:
- Babacığım bu gün nedir? Komşumuz herkesi evine toplayıp bu geceyi Kur'an ve zikirle ihya ediyor?
Babası:
"-Yavrucuğum, bu gün âşûre günüdür, Allah katında bu günün hürmeti büyüktür", dedi.
Sonra uykuya vardılar. Fakat kız çocuğunun gözüne uyku girmiyordu. Sanki nefesi kesilmiş bir halde huşû ve haşyet ile Kur'an'ı ve zikrullah'ı dinliyordu. Kur'an'ın hatim duâsını yaptıkları vakit, yüzünü semâya doğru çevirip Allah'a niyaz ederek:
"-Ey Mevlâm! Bu gecenin senin indindeki hürmeti hakkı için, senin rızânı kazanmak için bu gece Kur'an'ını okumak için uyumamış kulların hürmeti için beni şu hâlimden kurtar, kalbimin kırıklığını sar!" dedi. Daha sözünü bitirmemişti ki, o anda âfiyet bularak bütün ağrı ve sancılarından kurtularak kalkıp doğruldu. Sabahleyin bu hali görünce şaşıp kalan babası:
-Kızım bu nasıl oldu? diye sordu.O da:
- Babacığım , bu gün ile Allah'a tevessül ettim. O da ânında bana sıhhatimi ihsan etti, dedi.

Dualar Zikirler; M. Sâmi Ramazanoğlu
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:54

CENNETE İLK GİREN KADIN

Hazreti Fatımatüzzehra (r.a.) Hazretleri bir gün babası Peygamberimiz (s.a.s.)'e:
-Babacığım cennete ilk önce kadınlardan kim girecek? diye sordu.
Peygamberimiz (s.a.s):
- Falan mahallede bir kadın var. O kadın ilk cennete girecek kadındır, buyurdular.
Hazreti Fatıma çok merak etmişti:
-Benden de mi evvel girecek babacığım? diye sordu.
Hazreti Peygamberimiz:
-Senden de evvel girecek. İstersen git de bir tanış. O zaman sen de neden önce onun gireceğini öğrenirsin, buyurdular.
Hazreti Fatıma'nın o kadın hakkındaki merakı iyice artmıştı. Bir gün kadının evini sora sora buldu, kapısını çaldı. İçerden ihtiyar bir kadın sesi duyuldu:
-Kim o?
Hazreti Fatıma, kendisini tanıtıp görüşmek istediğini söylediğinde kadın:
-Canım sana feda ey Allah Resulünün kızı sizinle çok görüşmek arzu ederdim. Fakat dışarı çıkamadığım için ziyaretinize gelemedim. Kocamdan izin almadan size kapıyı açamayacağım. Sizden çok özür dilerim. Yarın gelirseniz içeri girmeniz için izin alır kapıyı açarım, görüşürüz, dedi.
Hazreti Fatıma geri gitti, kadın da meseleyi anlatıp kocasından izin aldı. İkinci gün kadınla görüşeceğine emin olarak gelen Hazreti Fatıma yanına Hazreti Hasan'ı da alarak geldi. Kadının kapısını çalarak geldiğini bildirdi. Fakat kadın Hazreti Fatıma'nın yanında bir çocuk bulunduğunun farkına varmıştı. Hazreti Fatıma'ya:
-Yanınızda bir de çocuk var. Ben yalnız sizin için izin almıştım. İçeri siz girebilirsiniz, fakat çocuk dışarıda kalır. İsterseniz yarın gelin onun için de izin alayım, beraber içeri girersiniz, dedi.
Hazreti Fatıma ikinci defa içeri giremeden geri döndü. Üçüncü gün yanına Hazreti Hüseyin'i de alarak gitmişti. Kapıda yine aynı durumla karşılaşarak Hüseyin'i içeri alamayınca geri dönmek zorunda kaldı. Üçüncü gün üçü birden gittiklerinde kadın kocasından her üçü içinde izin almıştı. İçeri girdiler. Hazreti Fatıma bir de baktı ki, içerden kendisini karşılayan dışarıda sesinden tanıdığı kadın değil. Genç ve güzel bir kadın... Hayretle sordu:
-Sizinle dışardan konuşurken sesiniz başka idi, şimdi başka, bu nasıl oluyor? dedi.
Kadın:
-Sizinle konuşurken sesim dışarı çıkmakta idi. Ben de sesimi yabancı erkek duyar da günaha girerim diye ağzıma taş parçası alarak konuşuyordum. Şimdi ise o taşı çıkardım, dedi.
Hazreti Fatıma'nın gözleri yaşarmıştı. Babasının neden cennete evvela bu kadının gireceğini söylediğini anladı.
Kadın Hazreti Fatıma (r.a.)'ya:
-Ey Allah Resûlünün kızı! Acaba ben kocama karşı vazifemi ifa etmiş oluyor muyum? Allah beni kocama itaatsizlikten dolayı hesaba çeker diye korkuyorum, dedi.
Hazreti Fatıma babasının müjdesini bildirdi:
-Hayır! Sen bilakis babamın cennete ilk girecek kadın diye müjdelediği birisin. Hiçbir kadın sizin yaptığınızın onda birini bile yapamaz, dedi.
Ve cennete ilk girecek olan kadınla bir hayli sohbet ettikten sonra müsaade isteyerek oradan ayrıldı.
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:54

Ceza olarak eli kesilen şeyh

Şeyh Hamad (Ebu'l - Hayr Tınati) Hazretlerinin bir eli kesikti. Bir gün müridlerinden biri küstahlık ederek ona elinin kesilmesine sebep olan şeyin ne olduğunu sordu. Şeyh Ebû'l Hayr Tınati Hazretleri elinin kesilmesine sebep olan hâdiseyi şöyle anlattı:
- Gençliğimde bir günah işledim. Ondan dolayı elimi kestiler, buyurunca ne zaman olduğunu sordular.
Hz. Şeyh de meseleyi başından anlatmaya başladı:
- Ben mağrip diyarında oturmakta idim. Sefer çıkmayı ve biraz gezmeyi arzuladım. Tınattan ayrılıp İskenderiye'ye geldim. Orada oniki sene kaldım. İskenderiye'den sonra Dimyat'a çok gelen-giden olurdu. Irmağın başına otururlar, yemeklerini yerler ve sofralarını da kalenin dibine dökerlerdi. Ben kimseden habersiz, oradaki köpeklerle beraber dökülen ekmeklere üşüşür ve nasibimi alırdım. Yaz mevsiminde bütün azığım bu idi.
Kış olunca ise evimin etrafında çok saz yetişirdi. Ben sazların kökünün tazesini ve beyazını yerdim, kurularını atardım. Kışın da azığım bu idi.
Birgün hatırıma:
- Ey Ebu'l - Hayr, sen kendini mütevekkil zannedersin. Halkın yapmadığını yapıyorum zannedersin ama otlaklarda otluyorsun, bir şeyler bulup yiyorsun, diye geldi. Kendi kendime: "İlahi bundan sonra yerden biten hiçbir şeye el sürmeyeceğim, onlardan hiçbir şey yemeyeceğim. Ancak bana kendi lâfzından gönderirsen onu yiyeceğim. Senin izzetin hakkı için buna söz veriyorum." dedim. Böylece 12 gün geçti, namazın farzını sünnetini ve nafileleri tamamen kılıyordum.
12 gün de sadece nafileleri terk ederek namaza devam ettim. Sonra sünneti terk ettim. 12 gün sadece farz namazı kılmaya başladım. Sonra kıyamdan, daha sonra da oturarak kılmaktan âciz kalarak farzlarıda edâ edemez olmuştum. Sırrımla niyaz ederek:" Allahım bana farz kıldığın bir hizmetten sorguya çekmen ve kefil olduğun rızkımı da göndermen gerekir. Kefil olmakta devam ettiğin o rızkı bana fazlından ihsan eyle!... " diye yalvardım.
Ansızın önümde iki yuvarlak daire görüldü. İçinde de bir şey vardı. O iki yuvarlak kürs her gece bana gelir bende içindekini yer, gıdamı temin ederim.(Şeyh yediği şeyin ne olduğunu söylemediği gibi yanındakilerde sormadılar.)
Böylece bir müddet devam ettikten sonra bana gaza için sınır boyuna gitmem işaret edildi. Buralarını müslümanlar ellerinde bulunduruyorlardı. Ben sınır boyuna gittim. Bir köye vardım. Cuma günü idi.
Mescidin kapısında bir kaç kişi toplanmışlar sohbet ediyorlar, birisi anlatıyor öbürleri dinliyorlardı. Anlatan Zekeriya Aleyhisselâmın ağaca saklandığını ve müşrikler tarafından destere ile kesildiğini anlatmakta idi. O'nun sabrından bahs ederken ben içimden şöyle geçirdim: "Eğer bende olsaydım orada sabrederdim."
Oradan ayrılıp sınır boylarından Antakya'ya geldiğimde dostlarım bana bir kılınç - kalkan verdiler. Sonra sınır boyuna müteveccihen Allah'tan haya ettiğimden oralardaki meşeliğe geçtim. Gece deniz kenarına gelir, abdest alır, namaz kılardım. Gündüz olunca da yine o meşeliğe geçer düşmanın gelmesini beklerdim.
Birgün meşelikte gezerken yemişleinin bazısı olgunlaşmış, bazısı henüz olgunlaşmamış bir meyve ağacı gördüm. Bu çok hoşuma gitmişti. Allah'a verdiğim sözden o anda gafildim. Elimi uzatarak yemişlerden bir miktar topladım. Sonra birkaç tanesini yemeğe başladım. Bir kısmı ağzımda bir kısmı da eliğmde olduğu halde yeminim aklıma geldi. Hemen elimde olanları serptim, ağzımdakileri tükürdüm. Kendi kendime mihnet ve belâ vakti yaklaştı, dedim. Kılıcımı- kalkanımı ve mızrağımı bir kenara attım, bir ağacın dibine varıp elim şakağımda düşünmeye başladım. Hata işledim. Şimdi benim halim ne olacak diye düşünüyordum. Ben dalgın dalgın düşünmekte iken bir bir bölük atlı silahlı kişi gelerek etrafımı sardı. Sonra beni yaka- paça deniz kenarına emir (Reislerinin) yanına götürdüler.
Daha evvel bazı köylüler de benim gibi yakalanarak sultanın huzuruna getirilmiş, bekletiliyorlarmış. Sultan bana:
-Sen kimsin? Necisin? dedi.
Ben:
Allahın kullarından bir kulum, deyince de orada bulunan esir köylülere tanıyıp tanımadıklarını sordu.
Tanımadıklarını söylediler. Onlara:
- Bu sizin büyüğünüz, fakat siz onu mâzur göstermek için tanımadığınızı söylüyorsunuz, kendinizi feda ediyorsunuz, dedi.
Biraz sonra da kararını verdi. O kalabalıktan birer birer ayırıp birer el, birer ayaklarını kestiler. Sıra bana gelince:
- Elini uzat dediler.
Uzattım ve bir vuruşta sağ elimi kestiler. Ayağını da uzat dediklerinde sırtüstü yatarak ayağımı uzattım ve:
-Ya Rabbi! Elim günah işlemişti, kestirdin, ayağımın ne suçu var!... diye içimden yalvardım.
O anda atlılardan biri atından atlayarak:
- Durun, kesmeyin, bu adam falan zattır!. Ne yapıyorsunuz, dünyayı başımıza mı yıkacaklsınız. Ben bunu tanıyorum! diye bağırdı.
Bunun üzerine reis atından inerek o kesilen eli öptü. Bana da:
- Biz hata ettik, bizi affet, diye yalvardı.
Ben de:
- O suçlu bir eldi. Kestiniz, hakkımı helâl ettim, dedim.
Ondan sonra çok ağladım. Çünkü bir anlık dalgınlık yüzünden hem elimden olmuş hem de o her zaman nereye gitsem beni bulan yuvarlak kürsten mahrum olmuştum. İşte bu elimin kesilmesi böyle bir hadise sonucu olmuştur. Bu bir suçlu eldir ve cezasını çekmiştir. Allah ahirette çektirmesin...
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:54

Çoban baba

Erzurum’dan çıkıp on, oniki kilometre kuzeybatıya doğru ilerlediniz mi Köse Mehmet geçidiyle karşılaşırsınız.
Çok keskin, çok sert iki yamacın meydana getirdiği bu geçit yaz bahar aylarında burcu burcu kekik kokar, kışın ak kürklere bürünür, sırlı, düşünceli, kendini ele vermeyen bir alemdir.
Köse Mehmet geçidinin tatlı rüyaları da vardır, karanlık kabusları da...
Sevdalılar bu geçidi çokluk geçmişler, kervanlar bu geçidte ateş yakıp mola vermişler, sıla türküleri, sevda türküleri dağdan dağa ulaşmıştır.
Erzurum'un Ruslar tarafından kuşatıldığı ve aslanlar gibi dayandığı yıllarda, gönlü kara biri Rus ordularına Köse Mehmet geçidini haber vermiş, geçid oraya açık verdiği için düşman oradan bir yılanın akışı gibi, Erzurum'a akmıştı.
Kara günlerdi o günler, bereket çok uzaklarda kaldı. Köse Mehmet geçidinin bir yüzü çoban dede dağıdır. Çobandede dağında da çiğdemler çabuk açar, kekikler burcu burcu kokar, rüzgârlar ılgıt ılgıt eser.
Bu dağda küçük bir mezar vardır. Başucunda birkaç çam ağacının nöbet tuttuğu bu mezar, koca dağa adını vermiş olan Çoban dede'nindir.
Her akşam, gün kararmadan, Köse Mehmet geçidindeki köyden, Çoban dede'ye gidiyorlar,mezarının toprağını kabartıp mumlarını uyarıyorlar, Allah'a niyazlar, dualar, edip Fatiha'lar okuyup köye öyle dönüyorlar.
Ve her gün mezara karşı geçid başında nöbet tutan yiğit Türk erleri onun mumlarının ışığını seyrede seyrede nöbetini tamamlıyor
Kimdi bu çoban Baba?
Sürüsünü almış, otlata otlata dağa doğru çıkıyordu. Bazen bir çam altında mekan tutup yanık yanık kaval çaldığı olurdu. Derin adamdı,aşık adamdı.Yıldızların uzaklığına tasaları, düşünceleri vardı. İnsanoğlunun nereden gelip nereye gittiğini pek merak ederdi. O böyle düşüne düşüne, kendi kendisiyle söyleşe halleşe hayli yol almış, hayli de yorulmuştu.
Baktı ki susuzdur, gözünün önüne kara topraktan fışkırmış kol kol billur sular geldi. Fakat o yana baktı, bu yana baktı su bulamadı. Etrafta ne bir pınar, ne bir patlak vardı.
Yürümeye, koyunları da kendisiyle birlikte gelmeye devam ediyor, fakat Çoban aradığı suyu bulamıyordu.
Sanki dağlar, âşık Kerem'in, susuz kalasın, kararıp gidesin, diye beddua ettiği Karadağ'a dönmüştü.
Çoban'ın susuzluğu gittikçe arttı. Dudakları şahrem şahrem yarıldı.Ciğeri göz gözdağlandı.
Çoban baktı ki, susuz olan yalnız kendi değildir.
Oğlaklar, kuzular dilleri dışarda meleşiyor. Koyunların başları önlerine düşmüş. Koçlar huysuz ve öfkeli. Gün akşama dönünceye kadar, bütün sürü su arıyor Köpekler ayaklarıyla yeri deşiyor, çoban o çalının dibinden ötekine koşuyor, nafile!
Sonunda yorgun ve takatsiz düştü.
Mis gibi kokulu bir mersib kümesinin dibinde toprağa çöktü. Başını niyaz secdesine eğdi:
"Rabbim" dedi, "Güzel Rabbim!! Sürüm de ben de susuzluktan mı ölelim? Rahmet deryaların mı tükendi? Sesim sana yabancı mı geliyor? Bu güne kadar bir dediğimi iki etmedin Allahım. Benden bir suyunu mu esirgeyeceksin? Ben susuzluktan ölsem bir şey lazım gelmez, ama bu hayvancıkların meleşmeleri sana da acı gelmiyor mu?"
Çoban hem söylüyor, hem ağlıyordu. O kadar çok ağlıyordu ki, gözünün yaşı toprağı yıkıyordu. Başı hâlâ o toprakta secdedeydi. Birden dudaklarına serin ve leziz bir zevk değdi... Önce ne olduğunu anlayamadı.Serinlik bütün yüzünü kaplayınca başını kaldırdı ve hayretle gödü ki, yerden bir pınar patlamış, gürül gürül kaynıyor. Serin, tatlı, ışıl ışıl.
Şimdi Çoban daha çok ağlıyordu. Niyazı olmuş, Rabbi onun sesini duymuştu.
Bu sevinçle, az evvelki vaadini unutacak değildi. Çoban onun için tekrar konuştu:
"Artık ölebilirim güzel Allah'ım, dedi. Artık ölebilirim. Bu su beni ihya etti. Değilmi ki sürüm susuzluktan kurtulacak, değil mi ki sen beni duydun, rehmet hazneni benden esirgemedin, artık bu can bana lâzım değil!"
Çoban Dede'nin canı Hakk'a lazımdı, alışverişi oracıkta tamamlayıverdiler. Sürü, gidenden, gelenden habersiz suya baş uzatmıştı. Yalnız çoban köpekleri huysuz, endişeli, mahzun homurdanıyorlardı.
Çobandede dağında, bu su hâlâ akıp gider. Yalnız sürülerin dağda olduğu mevsimde. Sürüler inince su da kesilir.
Düşman o yaylaların üzerine kara bir bulut gibi indiği zaman Köse Mehmet geçidini kendilerine gösteren ağzı karanın köyü de dahil her yeri yakıp yıkmış Çobandede'nin manevi himayesindeki yerlere el sürülememiştir.
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:55

Siz Kabirdekiler Cumayı Bilir misiniz?

FAKİH Anlatıyor:
-Babam bana şöyle anlattı:
-Salih Meri, cuma gecesi, cuma namazını kılmak üzere mescide gitmek için yola çıktı. Kabristana uğradı. Kendi kendine şöyle dedi:
-Tan yeri ağarıncaya kadar kalayım.
Kabristanın içine girdi. İki rekat namaz kıldı. Bir kabre dayandı. Gözlerine uyku geldi. Şöyle bir rüya gördü: Kabirde yatanlar kabirlerinden çıkmışlar, halka halka olup oturmuş, konuşuyorlar.
Bir de baktı ki,onlardan ayrı, kirli elbiseli bir genç, bir köşede, üzüntülü bir halde oturuyor. Onu yanlarına oturtmuyorlar. Oradakilerin hepsine tepsi tepsi, üzeri mendillerle örtülü hediyeler gelip dağıldı. Herkes kendi tabağını aldı; sonra kabrine girdi. En sonuna bu genç kaldı.
O da üzüntülü bir halde, kalktı; kabre girmek istedi. Hemen ona sordum:
-Hey Allah'ın kulu, sende gördüğüm bu üzüntü neden? Sonra gördüğüm bu hâl nedir?
Bana şöyle dedi:
- Ey Salih Meri, sen o tepsileri gördün mü?
- Evet, gördüm, deyince şöyle anlattı:
- O tabaklar, hayattakilerin ölülerine hediyeleridir. Onların adına verdikleri sadaka, yaptıkları dua, cuma geceleri onlara gelir.
Daha sonra şöyle dedi:
- Ben, Sindli biriyim. Anam hacca gitmek istedi; beraber yola çıktık. Basra’ya gelince öldüm. Bundan sonra anam evlendi. Kendisinin bir oğlu olduğunu ve öldüğünü kocasına anlatmadı. Dünyaya daldı. Ne bir işaretle ne de bir sözle beni andılar.
Ölümümden sonra beni hatırlayan kimse olmayınca üzülmek bana haktır.
Sordum:
-Senin ananın evi nerede?
Onun yerini bana anlattı.
Sabah oldu Namazımı kıldım. Sonra gittim. O kadının evini sordum, buldum.
Yanına gittim,izin istedim. Kendimi ona tanıttım, kapıdan:
-Ben Sâlih Meri'yim, dedim. İzin verdi, içeri girdim.
Şöyle dedim:
-Benim söyleyeceğim söz, senin söyleyeceğin söz hiç kimse tarafından duyulmamalıdır. Böyle istiyorum.
Ona yaklaştım, aramızda bir perde kaldı.
Şöyle sordum:
-Sana Allah'tan rahmet dilerim, çocuğun varmı?
-Yoktur.
Tekrar sordum:
-Daha önce bir çocuğun olmuş muydu?
Derin bir nefes aldı, sonra şöyle dedi:
-Benim bir genç oğlum vardı, öldü.
Bunun üzerine durumu ona anlattım. Ağlamaya başladı.
Sonra şöyle dedi:
-Ey Salih! O benim ciğerparem, kalbim idi. İçim onun yuvası olmuştu. Göğüslerimden ona süt içirdim. Kucağım onun sığınağı idi.
Daha sonra çıkardı bana bin dirhem verdi. Ve şöyle dedi:
-O sevdiğim göz nurum için bunları dağıt. Kalan ömrümde onu duadan unutmayacağım. Onun için sadaka vereceğim.
Gittim, o bin dirhemi dağıttım.
Ertesi cuma geldi. Cumaya gitmeyi istedim. Yine kabristana uğradım.İki rekat namaz kıldım, sonra bir kabre dayandım. Yine dalmışım. Baktım ki, bir cemaat yine çıkmış. Bu arada o genci gördüm. Üzerinde beyaz bir elbise vardı. Sevinçli ve mesrurdu.
-Ey Salih! Allah bizim için seni mükâfatlandırsın. Gönderdiğiniz hediye bize geldi.
Ona dedim ki:
-Siz kabirdekiler cumayı bilir misiniz?
Şöyle anlattı:
-Evet biliriz. Havadaki kuşlar bile onu bilir. Cuma günü için birbirlerine şöyle derler:
-Bu faziletli gün için, selâm,selâm...
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kıssadan Hisseler Empty Geri: Kıssadan Hisseler

Mesaj tarafından Admin Salı 09 Eyl. 2008, 15:55

Mevlana birgün çok sevdiği bir arkadaşını evine misafir götürür... Çok heyecanlıdır... Daha eve varır varmaz, seslerinir hanımına " hanım misafirimiz var evde ne varsa hazırla" der

Hanımı pencereden kafasını uzatır, sinirlidirde biraz

"evde yiyecek hiçbir şey yok" der sitemkar...

Bu durumda biz olsa idik nasıl karşılık verecektik kimbilir

Mevlana şevke gelir, semaya başlar...

seslenir hanımına

"hanım hanım Allah Senden Razı olsun.... Ne güzel yapmışsın hanemizi, Hz.Peygamberin (S.A.V) evine benzetmişsin...O'nunda evinde hiç birşey yoktu" der...

Çünkü Hz.Peygamber evinde ne varsa fakirlere dağıtır, evine birisi gelse boş çevirmez...
Admin
Admin
Admin
Admin

Takımım : 4
Mesaj Sayısı : 1393
Yaş : 30
Nerden : konya meram
Horoz
Rep puanı : 3
Kayıt tarihi : 14/08/08

http://www.serkantunc.atspace.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz